Dünya Ekonomi Tarihi’nde üç büyük ‘küresel ekonomi krizi’ yaşanmıştır. Kimi iktisatçılar kriz dönemini son iki yüz yılın ya da kapitalizm döneminin en büyük ve etkili ekonomi olayı olarak tanımlamaktadır:
1. 1873 Tarım Krizi,
2. 1929 Borsa Krizi (Büyük Buhran),
3. 2008 Küresel Kredi Krizi.
Anılan krizlerin en uzun sürelisi ‘Tarım Krizi’ ve en kısa sürede sona eren ise ‘2008 Küresel Kredi Krizi’dir. Fakat üç krizin arasında finansal büyüklük ve dünya ekonomisinde en yaygın olanı ise ‘Küresel Kredi Krizi’dir. Her üç krizin başladığı ve etkilendiği ekonomi Liberal ekonominin önderi Amerika Birleşik Devletleri’dir.
Küresel Kredi Krizi’ni boyutu için ABD ekonomisinin yanısıra AB ülkelerini de etkilediği, kredi kuruluşları, sigorta ve yatırım kuruluşları ile bankaların batmasına neden olduğunu söylemek yeterlidir. Buna ek olarak krizin başlangıcında ABD Merkez Bankası (Fed)’nın krizin maliyetini 175 milyar dolar tahmin etmesine karşın Banka’nın 5.4 trilyon dolar tutarlık piyasalara likitide desteği verdiğini belirtmek yeterlidir.
Bunun anlamı liberal ekonominin -kapitalizm- kalesi ve önderi ABD, devlet desteği ve ekonomiye müdahale ile krizi atlatmaya çalışmıştır. Ayrıca bu onarım 2 yıl gibi kısa sürede sonlanmıştır. AB ülkeleri bu kriz kaynaklı sorunları (Euro krizi) daha uzun sürede çözebilmiştir. Üstelik bir çok bankasının ‘batışı pahasına’ bu sonuca ulaşılmıştır.
ABD’de kriz döneminde Fed Başkanı Ben Bernanke idi. Üniversite kökenli Bay Bernanke’nin doktora konusu 1929 Borsa kriziydi. Anılan borsa krizi İkinci Dünya Savaşı başlayınca sonra ermişti. Çünkü dönemin iktisat biliminsanları ‘kapitalist ülkede devlet müdahalesi’ne karşıydılar. Oysa krizin kendini sonlandırması büyük kayıplara neden olmuştu.[1] Sadece ekonomi, finans ve sanayi değil, toplum da büyük yaralar almıştı.
Özetle kapitalist ülkenin mali krizi ‘devlet müdahalesi’ ile çözüme ulaştırması Fed Başkanı’nın tek kozuydu ve bunu da başardı. Ne var ki piyasalara verilen likidite desteği enflasyonist etki yapabilirdi. O nedenle de -hatırlayanlar olabilir- kriz sonlanması üzerine her ay piyasadan 25-50 milyar dolar para geri çekildi. Bu konuda ABD Hazinesi ve Merkez Bankası Başkanı uyumlu karar ve uygulamalarıyla büyük krizden en az zararla ekonomiyi düzlüğe çıkardılar.
Türkiye Ekonomisi yaklaşık bir yıldır enflasyon ve döviz kurları başta olmak üzere bir çok sorunla karşı karşıya. Krizin çözümü için yönetime gelen ekonomi kurmayları 2024 Mayıs ayında iyileşme sürecinin başlayacağını açıklamalarına karşınfaiz indiriminin Aralık ayı Para Politikası Kururlu’nda (PPK) olabileceğini tahmin ediyorlar. Hatta uluslararası yatırım kuruluşları da bu görüşte. Ekonomide iyileşme tahmini yaz boyunca ertelendi ve bügünkü iyileşme sürerse iki yıl sonra enflasyonun tek haneye inebileceği resmi makamların ve OVP’nin öngörüsü. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası bu amaçla kararlı bir politika uyguluyor. Sonuç olarak 2024 yılı başında aylık %3’lerde artan enflasyon yıl sonu itibari ile %2’lere düşecek gibi görünüyor.
Dezenflasyon süreci ve politikasının başarılı olduğu kesin ama, iş çevreleri ve piyasalar likidite sıkıntısını her fırsatta dile getiriyorlar. Halkın yüksek enflasyon ve pahalılık konusundaki haklı şikayetleri üzerine söylenecek söz bulunmuyor. Bu ve daha bir çok nedenle de hem ekonomiyi soğutmak hem de çarkların dönebilmesi için gerekli likidite desteği verilmelidir.
Küresel Kriz (2008) örneğinde olduğu gibi serbest ekonominin de kimi zaman ‘devlet müdahalesi’ ile yaşamını düzenlediği artık ‘evrensel bir iktisat kuralı’. Bugünlerde benzer bir durum Güney Kore’de yaşandı. Batılı devletlerin sosyalist ekonomilere örnek verdiği ‘Kore mucizesi’ sıkı yönetim kararı ile büyük bunalıma girince Kore Merkez Bankası iki önlem aldı. Birincisi kısa vade de piyasalara fon desteği vereceğini açıkladı. Paranın değeri çok düştüğünden döviz piyasasında önlemler alabileceğini duyurdu.
Aslında bu konuda yakın dönemde ‘2001 Bankacılık Krizi’ yaşandığında -ülkemizde- halk deyimi ile Kemal Derviş’in ekonomik programı da benzer bir uygulamaya başvurdu. ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ ile kısa sürede bankalar güçlendirildi. Sermaye yeterliliği rasyosu ve yasal düzenlemeler yapıldı. IMF’den kredi desteği ile döviz kurunda istikrar sağlaması sonucu 2002 yılında 230 milyar dolar olan milli gelirin (GSYH) yedi yılda 742 milyar dolara yükselmesi başarının en güzel göstergesi.
Ekonomide sorunlar kararlılık ve desteklerle çözümlenir. O nedenle de serbest piyasa ekonomisinde devlet/kamu müdahaleleri gerekli ise yerine getirilmelidir.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 09 Aralık 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ekonomik-krizler-ve-turkiyenin-politikasi/785144
Türkiye Ekonomisi’ndeki son gelişmeler iktisatçıları da, siyasetçileri de şaşırtmaya devam ediyor. Kimi sektörler ve alanlarda iyileşmeler ve olumlu veriler ile güzel yorumlar yapılırken kimileri de olumsuzlukları öne sürerek karamsar tablo oluşturuyorlar. Her birinin haklı ve haksız yönleri kamuoyuna net olarak yansıtılmasa da -genelde- bir iyileşmenin varlığı da gerçek.
Örneğin ekonominin dış finansal istikrarını gösteren ödemeler dengesi Ağustos ayı verileri cari açık başta olmak üzere bir çok verinin ekonominin dayanıklılığını arttırdığı gibi dezenflasyon sürecinde olumlu katkısı bulunuyor.
Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın açıklaması şöyle:
“Türkiye Cumuriyeti Merkez Bankası (TCMB) Ağustos ayı cari işlemler dengesi verilerini açıkladı. Cari denge ağustosda 4.3 milyar dolar fazla verirken , Ağustos 2019’dan bu yana en yüksek düzeyde fazla görüldü. Aynı ayda 12 aylık cari açık 11.3 milyar dolara geriledi. Temmuzda yıllık bazda cari işlemler açığı 15.1 milyar dolar olmuştu.”
Yani ekonomide gelişmeler bazı alanlarda olumluya döndü ve dönmesi de bekleniyor. TÜİK’e göre enflasyon yıllıkta yüzde 50’nin altına indi. Ancak yıl sonu enflasyon beklentisi revize edilerek yüzde 41’den 43’e yükselten derecelendirme kuruluşları açıklamaları da bulunuyor. Keza döviz kurlarından yukarı yönlü gelişmeler de yıl son tahminlerini olumsuz etkileyecek gibi görünüyor.
Ekonominin birkaç parametresindeki bu dalgalanmaları nasıl yorumlamak gerekiyor? Ortadoğu’nun jeopolitik konumuna karşın ‘ihracat iklim endeksi’nin olumlu sürdürmesi bir başka umut verici gelişme. Bunu da Türkiye’den komşulara 18 milyar dolarlık ihracat destekliyor.
Türkiye Ekonomisi’nin yılın son çeyrekteki kimi alanlarda pembe kimi alanlarda puslu görüntüsüni daha net ifade edebilmek ve güçlü ekonomi için zorunlu ekonomik ve finansal kriterleri irdelemekte yarar var.
Örneğin, Türkiye’nin 2002-2007 yıllarında gündeminde olan ve CHP’nin ana gündem maddelerinden birini oluşturan Avrupa Birliği için Maastrich kriterleri ile Kopenhag kriterleri olmazsa olmazlardır. Her iki antlaşmayla 1993 yılında yürülüğe giren bu anlaşmalara göre AB para alanına katılabilmek için kriterler öngörülmüştür;
1. Fiyat İstikrarı: üye devlet enflasyon oranı AB üye devletletleri arasında en düşük enflasyon oranına sahip üç üye ortalamasının yüzde 1.5 puan fazla olabilir.
2. Bütçe Açığı: üye devletin yıllık kamu kesimi bütçe açığının GSYH’ya oranının yüzde 3’ünü geçmemeli.
3. Borç: üye devletin yıllık kamu borcunun GSYH’na oranı yüzde 60’ını geçmemeli.
4. Faiz Oranı: AB üyeleri içinde en düşük enflasyona sahip üç üye devlet ortalamasının yüzde 2 puandan fazla olmamalıdır.
5. Döviz Kuru İstikrarı: üye devletin döviz kuru Avrupa Döviz Kuru Mekanizmasına dahil olmalı ve dalgalanma marjları içinde kalınmalıdır.
Kopenhag Kriterleri’nde ise gereklilikler; siyasi, ekonomik ve AB mevzuatıyla ilgili uyum süreçleridir.
Türkiye Ekonomisinde bu yıl itibariyle; fiyat istikrarı, bütçe açığı, faiz oranları ile döviz istikrarı alanlarında Avrupa Birliği (Aynı zamanda güçlü ekonomi) kriterlerine yüzde yüz uyum sağlanmış değil.
Yalnız “borç” kriteri alanında Haziran 2024 itibariyle durum şöyledir;
“Türkiye’nin Brüt dış borç stoku 30 Haziran 2024 itibariyle 512 milyar dolar ve GSYH’ya oranı yüzde 42.6’dır. Aynı tarihte net dış borç stoku ise 265.4 milyar dolar olup borcun milli gelire oranı yüzde 22.1’dir.”
Yıl sonu itibariyle cari açığın GSYH’ya oranı %2.2’ye gerilemesini IMF’de öngörüyor.
Borç yönetimi ve cari açık konusundaki bu başarılı performansın gerçekleşmesi diğer alanlarda ve gelecekte olumlu sonuç elde edileceğinin göstergesidir. Aslında döviz rezervleri (brüt ve net) başta olmak üzere hizmetler dengesindeki gelir artışları (9.6 milyar dolar) ile seyehat döviz gelirleri (6.7 milyar dolar) gerçekleşmeleri ile doğrudan yabancı yatırım girişleri de ekonomik görünümle ilgili tablonun gelecekte pembeye dönüşeceğinin işaretleri… IMF’nin geçtiğimiz günlerdeki açıklamalarına göre; büyüme 2024’de %3 ve 2025’de %2.7 olarak öngörülüyor. Enflasyon konusunda ise ülkemizin ve IMF’nin tahminleri tümüyle örtüşüyor: 2024 - %43, 2025 - %24.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 19 Ekim 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomigazetesi.com/kose-yazisi/2024-yili-son-ceyrekte-ekonomi-34702/
Kimi iktisatçılara göre ekonomilerin hızlı ve güçlü kalkınmalarının yöntemi dış yatırımlar ile büyümedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan IMF ve Dünya Bankası da bu tür görüşleri benimseyen uzmanlarla çalışmış ve büyük devletler de bu akımının destekçisi olmuşlardır. Ellili yıllardan itibaren dünyanın büyük bölümünde uygulamaya konulan ekonomik programların temel ilkesi liberal iktisat politikası olmuştur.
Yeni dönem, kambiyo kısıtlamalarının da kaldırılması ile dünya sermaye ve para piyasalarında serbestliğin başladığı yıllardır. Ancak kalkınmakta olan ülkeler yeterli finans kaynağına sahip olamadıkları için dış yatırımlarla ilişkilerini geliştirmek yolunu seçmişlerdir.
Türkiye ekonomi yönetimleri IMF ve Dünya Bankası üyeliğine karşın 1950-2000 yılları arasında birkaç kez krize girmiş ve IMF uzmanlarının önerisi doğrultusunda ‘istikrar programları’ hazırlayıp uygulamaya koymuştur. Ne var ki elli yıllık dönemde sonunda bankacılık krizi ile yine bir Dünya Bankası uzmanı (Dr. Kemal Derviş) önderliğinde krizden hızla çıkılmış ve 2002-2007 yıllarında ekonomi düzlüğe çıkmıştır.
Ara yılları bir yana bırakırsak son 3-5 yılda ekonomi yeniden bir kriz dönemindedir. Yüksek enflasyon, gerileyen milli gelir ve azalan yatırımlarla yeniden sıkıntılı bir süreç yaşanıyor.
Ekonomiye olumlu bir gözle bakıldığında; 8-12 temmuz haftasında medyaya yansıyan resmi ve özel haber, yorum ve göstergeler bu kez Türkiye Ekonomisi’nin yeni bir küresel ataklar dönemine girdiği görülüyor:
¾ Çinli araç üreticisi BYD ile Sanayi Bakanlığı yatırım anlaşması imzaladı. BYD’nin yaklaşık 1 milyar dolar yatırımla, yıllık 150 bin araç kapasiteli elektrikli hibrit otomobil üretim tesisi ile AR-GE merkezi kurması bekleniyor.
¾ SWM Motor, Türkiye’de üretim için başvuru yaptı. Hibrit, elektrikli ve ticari araç üretimi planladıklarını kaydeden şirketin Türkiye temsilcisi “şu anda yıllık 50 binden fazla araç üretim kapasitesine sahip bir üretim tesisi üzerinde çalışıyoruz” dedi. (Şirket Çin’in önde gelen otomotiv üreticisi, İtalyan SWM motor kuruluşu.)
¾ İhracat iklim endeksi Haziran’da 51.6 oldu. (İstanbul Sanayi Odası Türkiye İmalat Sektörü İhracat İklimi Endeksi altındı kez eşik değer olan %50’nin üzerinde kaldı. Endeks Mayıs’da 52.8’e yükselerek Nisan 2023’den bu yana en yüksek seviyesine ulaşmıştı.)
¾ Şimşek ve Karahan (Hazine ve Merkez Bankası) JP Morgan’ın 11 Temmuz’da İstanbul’da düzenlenecek (100’den fazla yatırımcı katılacak) toplantıya katılacaklar.
Tüm bu haber ve bilgiler Türkiye ekonomisinin yabancı yatırım ve finans çevrelerinin ilgi ve radarında olduğunu belgelemektedir. Örneğin Çinlilerin yatırımı sonucu 5 bin kişinin istihdam edilmesinin kronik işsizlik sorununa büyük katkı yapması söz konusudur. Yatırımların finansmanının yabancılar tarafından sağlanması bir başka olumlu yöndür.
İhracat İklim Endeksi’nin olumlu gelişmesi ise genel ihracatın olumlu süreç içinde olduğunun kanıtıdır.
Bu hafta içinde yerli üretim Türksat 6A uydusunun uzaya gönderilmesi ile Avrupa’nın ikinci en büyük apron otobüsü üreticisi BMC’nin Suudi Arabistan’a ihracatı bir başka gurur verici ihracat olayı oldu.
Türkiye’nin dış ekonomik liişkilerinin gelişmesi anlamında bir başka güzel haber de T.C. Ticaret Bakanlığı’ndan geldi: Bakanlığın gerçekleştirdiği “Yurt Dışı Yatırım Anketi” sonuçlarına göre ‘Türkiye’de yerleşik gerçek ve tüzel kişilerin yurt dışında gerçekleştirdikleri 2 bin 146 yatırımın sermaye pozisyonu 57.9 milyar dolar olarak tespit edildi. Yatırımların 828’i AB (Avrupa Birliği) ve 457’sinin diğer Avrupa ülkelerinde (Birleşik Krallık, Rusya, Balkanlar, İsviçre, Norveç ve Doğu Avrupa) konuşlanmış bulunuyor.
Küresel ekonomide durgunluk söylemlerinin gündemde olduğu günümüzde gerek dış yatırımların ve gerekse yerli yatırımcılarımızın -yukarıda söz edilen girişimler- Türkiye’nin küresel ekonomideki önemini arttırdığını gösteriyor. Önemli olan tüm ekonomik ilişkilerin Türkiye ekonomisine katkılarıdır. Çinli yatırımcının girişimi ekonomimizde döviz ve finansman ihtiyacını karşılarken Türk yatırımcıların yurt dışı yatırımları da doğrudan döviz gelirlerimizi (Net hata noksan) arttıracaktır. İstihdama ise her ikiside olumlu yönde katkı sağlıyor. Uluslararası yatırım ortamında bulunmak ise küresel aktör olmanın bir başka göstergesi sayılmalıdır.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 15 Temmuz 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/turkiye-ekonomisi-yeniden-kuresellesiyor/754522
Hürriyet Gazetesi’nin 17 Ağustos tarihli yayın ekinde gastronomiyle ilgili “Lezzetli Hayat” sayfalarının yazarlarından ünlü uzman Vedat Milor Eminönü’nün en iyi ve en eski kasaplarından Elmaslar Kasabı’nın sektördeki önemini vurgulayarak kapanış öyküsünü şöyle yorumluyordu: “… çılgınca rant arayışında, sosyal doku, dayanışma ve karşılıklı saygı gibi kollektivist değerlerimiz aşırı bireyciliğin insafına terk ediliyor.”
Gerçekten de Türkiye Ekonomisinde ve sosyal yaşamında iyileşme çabaları -Sayın Milor’un vurguladığı gibi- ‘çılgın rant arayışına’ yenik düşmek üzere. Bu konuda resmi yetkili kurumlar (Hazine ve Merkez Bankası) ekonomiyi düzlüğe çıkarmak ve öncelikli olarak da enflasyonu düşürmek için canla başla çalışıyorlar ve önlemler alıyorlar. Ekonomi kamuoyunda sürekli eleştirilen yöneticiler -Hükümet’e rağmen- kararlılık içinde görevlerini yürütüyorlar. Ancak ekonomi ve ticaret sektörlerinin üst meslek kuruluşlarından beklenen desteği sağlamak bir yana yurttaşları da mennun edebilmiş değiller.
Örneğin; enflasyonun Mayıs 2024’den itibaren gerilemeye başlayacağını ilan etmelerine karşın enflasyon halen yüksek seviyelerini koruyor. Eylül yeni tarih olarak belirlenmiş bulunuyor. Çünkü tüm dünyada gerileyen gıda fiyatları biz de yüksekliğini koruyor. Yaz mevsiminin ortasında tarım ürünleri fiyatı gerilemediği gibi domatesin tarlada kalmasına çözüm üretilmiş değil.
Bir diğer olumsuzluk ise döviz rezervlerinin yükseliyor olmasına karşın kurların gerilemeyip artıyor olması. Tarım ürünlerinde her zamankinden fazla ithalat yapıldığına göre döviz kurlarının yükselme döneminde ucuzluk nasıl sağlanabilecek. O nedenle de genel enflasyonun düşme süreci Eylül’e ertelenmiş bulunuyor. Ek olarak yüzde yüz yerli üretim taze soğanın dört adetlik bağcığı 20 TL’ye Akçay pazarında satılıyorsa ekonomi yönetiminin buna müdahalesi olabilemez.
Kurlar ve dövizlerde makro anlamda iyileşmeler gerçekleşiyor ama bunların TÜFE’ye yansıması için zaman gerekli. Ekonominin ve ihracatın desteklenmesi için Hazine ve Merkez Bankası’nın aldığı finansal önlemlerin enflasyona etkisi de gözden kaçırılmıyor. Örneğin; bir çok ürünü destekleme amacıyla yapılan üretici ödemeleri likidite fazlalığına neden olunca geçen hafta Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) sterilizasyon amacıyla Takasbank Para Piyasasında işlem yapmaya başladı. Bu durum Ekonomi yönetiminin finansal gelişmeleri çok yakından izlediğini gösteriyor.
TCMB, brüt ve net döviz rezervlerinin yönetiminde çok başarılı bir performans gösteriyor. Eksilerde olan net döviz rezervi 50 milyar dolara ulaşırken brüt döviz rezervi de 150 milyar doları aştı. Bu gelişmenin genel ekonomik dengeye olumlu etkileri beklenirken TİM Başkanı dolar kurunun ihracatı desteklemesi için 37 TL’lik beklentilerini dile getiriyor. Oysa enflasyonun artmasında yukarıdaki etkenlerin (gıda vs.) yanısıra petrol fiyatları ve enerji başta olmak üzere bir çok ürünün yüksek maliyeti etkili oluyor. Söz konusu alımlar ise döviz ile yapılıyor. Buna ham madde ve makine ithalatınında eklenmesiyle enflasyonla mücadelenin sekteye uğraması söz konusu.
Ayrıca ülkemiz enflasyonunun artması ihracatı ve yabancı yatırımları da maliyet açısından olumsuz etkilemektedir. Herşeye rağmen hem turizm de hem de ihraç ürünlerinde ekonomimiz hala çekici ve ilgi görüyor. Bu konuda Türkiye’den ayrılacağını söyleyen İspanyol perakende Grubu’nun açıklaması çok anlamlı. Beş kıtada, 92 ülkede, 7 binden fazla mağaza ile faaliyet gösteren Inditex yöneticileri, 186’sı direk tedarikçisi olmak üzere toplam 847 fabrikada üretim yaptıklarını belirterek, “Türkiye en büyük 3. Alım ülkemiz. Fiyat tutturamamak yok, İspanya’ya yakın ve kaliteli üretim var. Türkiye’de çok mutluyuz” açıklamasını yaptı. (Hürriyet, 10 Ağustos)
Ayrıca yine aynı günlerde Orka Holding’in yurtdışı mağaza atağı doların yükselmesini bekleyen ihracatçılarımızın talepleriyle çelişiyor. Özkaynakla büyüyen Orka Holding, bu yıl yurtdışında 10 yeni mağaza açmış ve sonbaharda da ABD, Polonya, Romanya ve Irak’ta da yeni mağazalar açacakmış.
Reel sektörde benzer gelişmelerin olduğu medyaya yansımasa da bir gerçektir. Yurtdışı müteahhitlerimizin bugünlerde yeni taahhütler aldığı gelen haberler arasında. Tüm bu örneklerin yanısıra döviz rezervlerinde iyileşmenin üzerine TL ile döviz Swap işlemlerinin, döviz/TL işlemlerine dönüşmesi de dış ekonomik ilişkilerin olumluya dönmeye başladığının işareti. En son örnek, haziran ayında ödemeler dengesi cari açığın 407 milyon dolar fazla vermesidir. Ödemeler dengesi dış ticaret açığının da gerilemesinin yanısıra -bu dönemde- hizmetler dengesi kaynaklı net girişler 5.6 milyar dolar ve seyehat gelirlerinden kaynaklanan net gelirler ise 4.7 milyar dolar oldu.
Özetle, ihracattaki artış ve ithalattaki azalış eğilimiyle yıl sonunda cari işlemler açığının OVP’deki hedefimizin altında gerçekleşmesi tahmin ediliyor.
Türkiye ekonomisinin makro ekonomik göstergeler verilerinin iyileşme sürecinde olduğu bu günlerde çarşı-pazar enflasyonunun rakamları ile karamsar olmanın çok doğru olmadığı düşünülmektedir. Sayın Milor’un çok güzel yorumladığı gibi ‘çılgın rant arayışı’ndan ve bireysel fayda amaçlı taleplerden uzaklaşıp ülke ekonomisine odaklanarak enflasyonu yenmek ve toplumun refahını arttırmak olasıdır.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 21 Ağustos 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ekonomide-olumluya-donusum-neden-ve-nasil-engelleniyor/761861
Türkiye’de 2001-2024 yıllarında yaşanan ekonomi yönetimleri ve politikaları açıklaması zor ama anlamlı sonuçlar içermektedir. 2001 Bankacılık krizi ve hızlı çözümü dönemin siyasal iktidarının beklemediği kadar başarılı olmuştur. ABD’den gelen Kemal Derviş’in uygulamaya koyduğu yeni ekonomik önlemlerle kriz hızla çözümlenmiş, ekonomik göstergeler olumluya dönüşmüştür. Bu dönemde eski iktidardan kalan ekonomi bürokratları görevlerini sürdürmüşlerdir.
2002-2006 dönemindeki bahar havası, 2008 Küresel krizin etkisiyle önce durağanlaşmış ardından da gerileme sürecine evrilmiştir. Bir dönem 1 doların 1 lira olacağı konuşulmuş, 10 bin doları geçen kişisel milli gelir ‘orta gelir tuzağı’na yakalanmış ve gerilemiştir. Ülkemizde yaşanan siyasal dalgalanmaların da etkisiyle ancak 2023 yılında kişi başına düşen gelir yeniden 10 bin dolara ulaşmıştır. Temel ekonomik göstergelerin bozulması ve alınan kararların sürdürülebilir olmaktan çıkmasıyla 2023 Baharında seçim sonrası ekonomi yeniden yapılandırılmıştır. Ekonomi yöneticilerindeki bu değişim hem zorunlu hem de gerekli olmuştur. Örneğin Merkez Bankası başkanları ABD’den gelmiştir. Oysa 2000’de hem Hazine Müsteşarı hem de Merkez Bankası Başkanları değiştirilmemişti. Yeni yönetimin başına K. Derviş getirildi ama hemen IMF yardımı devreye girdi. Bankacılık başta olmak üzere yeni hükümlerle Bankacılık Yasası değişime uğradı. BBDK kuruldu, sermaye yeterlilik rasyosu düzenlemesi getirildi. Dünyadaki para ve sermaye piyasalarındaki olumlu havanın etkisiyle döviz kurları güçlü hale getirildi. Milli gelir arttı, yabancı yatırımlar olağanüstü hızlandı.
Son üç yılda ekonomideki bozulma üzerine enflasyon çift haneden üç haneye yöneldi, pahalılık arttı, döviz kurları yükseldi, kamu ve özel sektör borçları yeniden yükselerek yaklaşık 500 milyar oldu. Merkez bankası döviz rezervinin eksiye düşmesi borçlanmanın zora düştüğünü gösterdi. Yabancı yatırım yok denecek kadar azaldı. Kısacası ekonominin dibe vurması söz konusuydu.
Siyasal iktidar bu defa ekonominin başına daha önce Kalkınma Bakanlığı yapan Cevdet Yılmaz’ı atayarak Hazine ile Merkez Bankası’nın tepe yöneticilerini değiştirdi. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan uluslararası deneyimleriyle kısa sürede görevlerine uyum sağladılar. Şimşek daha önce Maliye Bakanlığı yapmıştı. Karahan Newyork-FED’de 9 yıl ekonomist olarak çalışmıştı. Yılmaz Kalkınma Bakanlığı döneminde planlama teşkilarının da patronuydu. Sonuç olarak yetkin ve deneyimliydiler.
Aslında, görevde bulundukları süre içinde temel ekonomik parametrelerdeki düzelme yaptıklarının ekonomi için doğru olduğunu göstermekte. Geçen hafta itibariyle (13-17 Mayıs) Türkiye’nin Kredi Risk Primi’nin (CDS) 262 puan seviyesine düşmesi yıllardır süren 500-600 puan seviyesine göre mucizevi bir düşüş ve uluslararası mali piyasalarda saygınlık demek! Yalnız diğer parametrelerdeki iyileşmeler zaman alacak gibi... Nitekim ekonomideki bozulma kolay düzelmese de yeni yönetim hastalığı çok iyi teşhis etmiş durumda. Örneğin enflasyon için 3 yıllık plan hazırlıkları var. Döviz kurlarını ise kısa vadede düzeltmek imkansız. Çünkü önce döviz rezervini güçlendirmek gerekiyor. O yolda iyileşme zaman alacak… TL bütçesi tasarruf tedbirleri ile düzelecek. Cari açık ise yavaş yavaş düzeliyor.
Bu nedenle yeni ekonominin başarısı için alınan önlemlerin tam uygulanması ve zaman konusunda da tahammüllü olunması gerekiyor…
Yayın Yeri: Akfen Holding Strategy Dergisi
Yayın Tarihi: 30. Sayı (Temmuz, Ağustos, Eylül 2024)
Yazar:
Şerif Yüksel
Yayın Linki: https://www.akfen.com.tr/basin-odasi/strategy-dergisi/
Kimi iktisatçılara göre ekonomilerin hızlı ve güçlü kalkınmalarının yöntemi dış yatırımlar ile büyümedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan IMF ve Dünya Bankası da bu tür görüşleri benimseyen uzmanlarla çalışmış ve büyük devletler de bu akımının destekçisi olmuşlardır. Ellili yıllardan itibaren dünyanın büyük bölümünde uygulamaya konulan ekonomik programların temel ilkesi liberal iktisat politikası olmuştur.
Yeni dönem, kambiyo kısıtlamalarının da kaldırılması ile dünya sermaye ve para piyasalarında serbestliğin başladığı yıllardır. Ancak kalkınmakta olan ülkeler yeterli finans kaynağına sahip olamadıkları için dış yatırımlarla ilişkilerini geliştirmek yolunu seçmişlerdir.
Türkiye ekonomi yönetimleri IMF ve Dünya Bankası üyeliğine karşın 1950-2000 yılları arasında birkaç kez krize girmiş ve IMF uzmanlarının önerisi doğrultusunda ‘istikrar programları’ hazırlayıp uygulamaya koymuştur. Ne var ki elli yıllık dönemde sonunda bankacılık krizi ile yine bir Dünya Bankası uzmanı (Dr. Kemal Derviş) önderliğinde krizden hızla çıkılmış ve 2002-2007 yıllarında ekonomi düzlüğe çıkmıştır.
Ara yılları bir yana bırakırsak son 3-5 yılda ekonomi yeniden bir kriz dönemindedir. Yüksek enflasyon, gerileyen milli gelir ve azalan yatırımlarla yeniden sıkıntılı bir süreç yaşanıyor.
Ekonomiye olumlu bir gözle bakıldığında; 8-12 temmuz haftasında medyaya yansıyan resmi ve özel haber, yorum ve göstergeler bu kez Türkiye Ekonomisi’nin yeni bir küresel ataklar dönemine girdiği görülüyor:
¾ Çinli araç üreticisi BYD ile Sanayi Bakanlığı yatırım anlaşması imzaladı. BYD’nin yaklaşık 1 milyar dolar yatırımla, yıllık 150 bin araç kapasiteli elektrikli hibrit otomobil üretim tesisi ile AR-GE merkezi kurması bekleniyor.
¾ SWM Motor, Türkiye’de üretim için başvuru yaptı. Hibrit, elektrikli ve ticari araç üretimi planladıklarını kaydeden şirketin Türkiye temsilcisi “şu anda yıllık 50 binden fazla araç üretim kapasitesine sahip bir üretim tesisi üzerinde çalışıyoruz” dedi. (Şirket Çin’in önde gelen otomotiv üreticisi, İtalyan SWM motor kuruluşu.)
¾ İhracat iklim endeksi Haziran’da 51.6 oldu. (İstanbul Sanayi Odası Türkiye İmalat Sektörü İhracat İklimi Endeksi altındı kez eşik değer olan %50’nin üzerinde kaldı. Endeks Mayıs’da 52.8’e yükselerek Nisan 2023’den bu yana en yüksek seviyesine ulaşmıştı.)
¾ Şimşek ve Karahan (Hazine ve Merkez Bankası) JP Morgan’ın 11 Temmuz’da İstanbul’da düzenlenecek (100’den fazla yatırımcı katılacak) toplantıya katılacaklar.
Tüm bu haber ve bilgiler Türkiye ekonomisinin yabancı yatırım ve finans çevrelerinin ilgi ve radarında olduğunu belgelemektedir. Örneğin Çinlilerin yatırımı sonucu 5 bin kişinin istihdam edilmesinin kronik işsizlik sorununa büyük katkı yapması söz konusudur. Yatırımların finansmanının yabancılar tarafından sağlanması bir başka olumlu yöndür.
İhracat İklim Endeksi’nin olumlu gelişmesi ise genel ihracatın olumlu süreç içinde olduğunun kanıtıdır.
Bu hafta içinde yerli üretim Türksat 6A uydusunun uzaya gönderilmesi ile Avrupa’nın ikinci en büyük apron otobüsü üreticisi BMC’nin Suudi Arabistan’a ihracatı bir başka gurur verici ihracat olayı oldu.
Türkiye’nin dış ekonomik liişkilerinin gelişmesi anlamında bir başka güzel haber de T.C. Ticaret Bakanlığı’ndan geldi: Bakanlığın gerçekleştirdiği “Yurt Dışı Yatırım Anketi” sonuçlarına göre ‘Türkiye’de yerleşik gerçek ve tüzel kişilerin yurt dışında gerçekleştirdikleri 2 bin 146 yatırımın sermaye pozisyonu 57.9 milyar dolar olarak tespit edildi. Yatırımların 828’i AB (Avrupa Birliği) ve 457’sinin diğer Avrupa ülkelerinde (Birleşik Krallık, Rusya, Balkanlar, İsviçre, Norveç ve Doğu Avrupa) konuşlanmış bulunuyor.
Küresel ekonomide durgunluk söylemlerinin gündemde olduğu günümüzde gerek dış yatırımların ve gerekse yerli yatırımcılarımızın -yukarıda söz edilen girişimler- Türkiye’nin küresel ekonomideki önemini arttırdığını gösteriyor. Önemli olan tüm ekonomik ilişkilerin Türkiye ekonomisine katkılarıdır. Çinli yatırımcının girişimi ekonomimizde döviz ve finansman ihtiyacını karşılarken Türk yatırımcıların yurt dışı yatırımları da doğrudan döviz gelirlerimizi (Net hata noksan) arttıracaktır. İstihdama ise her ikiside olumlu yönde katkı sağlıyor. Uluslararası yatırım ortamında bulunmak ise küresel aktör olmanın bir başka göstergesi sayılmalıdır.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 15 Temmuz 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/turkiye-ekonomisi-yeniden-kuresellesiyor/754522
Ekonomi yönetiminin kararlı tutumlarıyla, uygulanan program olumlu meyvelerini vermeye başladı denilebilir. Öncesinde Mayıs 2024’de beklenen iyileşme Temmuz olarak düzeltilmişti. İlk sinyallerden biri cari açığın Nisan 2024’te 5.3 milyar dolarla dokuz ayın en yükseği olmasına karşın yıllıklandırılmış da 31.5 milyar dolar ile umut ışığıydı.
Dış ekonomik ilişkiler ve ihracatta üyük bir olumsuzluk görülmezken dört yıl sonra ‘döviz rezervi’nin pozitif bölgeye geçişi bir olumluluktu. Aslında yıl başından bu yana Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervi güçlendirme çabası biliniyordu. Hatta TCMB’nın Kapalıçarşı’dan döviz alımları medyada görüntülenmişti. Bankanın verilerine dayanılarak yapılan hesaplamalara göre 24 Haziran haftasında net rezervler swap hariç 11.4 milyar dolara yükseldi. Bunun anlamı 14 Haziran haftasında rezervlerdeki yükseliş 5.4 milyar dolar olarak gerçekleştiğidir.
Bu günlerde Londra’da yatırım görüşmelerinde bulunan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de Chatham House tarafından düzenlenen konferansta, Merkez Bankası döviz rezervlerinin Mart sonuna göre 70 milyar doların üzerinde artış gösterdiğini ve cari açığın yarıdan fazla azaldığını ifade ederek gelişmeleri teyit ediyordu. (Hürriyet 21 Haziran 2024)
Şimşek, enflasyonu kontrol etmek üzere gerekli tüm araçları kullandıklarını vurgulayarak kararlılıklarını belirtti. Böylece makro finansal risklerin azaldığı da anlaşılıyor. Çünkü aynı günlerde uluslararası derecelendirme kuruluşları Fitch Ratings de Türkiye Ekonomisinin büyüme tahminini açıkladı. Küresel Ekonomik Görünüm Raporu’nda Türkiye Ekonomisinin 2024’te yüzde 2.8’den yüzde 3.5’e çıkan tahminine ek olarak; daha sıkı para politikası, daha yavaş kredi büyümesi ve maliye politikasındaki sıkılaştırma sonucu bu yıl enflasyonun düşürüleceği belirtildi ve Temmuz ayından itibaren de yıllık oranın düşmeye başlayacağı ifade edildi. (Milliyet, 19 Haziran 2024)
Ekonomik dış dengelerin yanı sıra Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre Bütçe Mayıs’da 219.4 milyar lira fazla verdi. Yılın ilk beş ayında harcamalar yüzde 97.9 oranında artışla 3 trilyon 712 milyar lira, bütçe gelirleri yüzde 101 oranında artışla 3 trilyon 240 milyar lira olarak gerçekleşirken, bütçede 471 milyar lira açık verdi. Gerçekten de yılbaşından bu yana aylık bütçe açıkları 150-175 milyar lira olarak açıklandı. Yaz nedeniyle turizm ve tarım sektöründeki canlanma ile tasarruf önlemleri sonucu TL bütçesinin olumlu yöne evrilmesi bekleniyor.
Gerek Merkezi Yönetim Bütçesi’nde ve gerekse uluslararası ekonomi bütçesindeki iyileşmelerin sürdürülmesi sonucu ekonomideki iyileşme süreci olumlu seyrini sürdürecektir. Her ne kadar döviz kurlarında beklenen gerileme görülmese de kurların TCMB alımlarından dolayı bu durumda olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Ekonominin temel parametrelerinde iyileşme süreci programın ve alınan önlemlerin kararlılıkla sürdürülmesi ile mümkündür. Bu konuda bir olumlu örnek de Bayram sonrası yeniden toparlanan BİST piyasasıdır.
Tablo 1: BİST 21 Haziran Kapanış Verileri
BİST 500 | 12.178 (+0.53) |
BİST 100 | 10.771 (+0.29) |
BİST 30 | 11.750 (+0.21) |
VİOP 30 | 11.873 (+0.46) |
Altın | 2.327$ (-1.38) |
Dolar | 32.84 TL (+0.00) |
Tel Ref | %47-50 |
Tablo 2: 5 Aylık Yıllıklandırılmış Cari Açık Verileri (Milyon $)
Aralık 2023 | -45.008 |
Ocak 2024 | -37.524 |
Şubat 2024 | -32.085 |
Mart 2024 | -31.264 |
Nisan 2024 | -31.462 |
Tablo 3: 5 Aylık Bütçe Açığı Verileri (Bin TL)
Ocak 2024 | -150.719.190 |
Şubat 2024 | -153.798.007 |
Mart 2024 | -208.964.856 |
Nisan 2024 | -177.829.584 |
Mayıs 2024 | +219.408.602 |
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 17 Haziran 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/bayram-sonrasi-ekonomi-ve-piyasalar/750588
Dünya Ekonomisi’nin bugünkü yapısı ‘küresel’dir. Dolayısıyla da küresel/global ekonomi üyesi ülkelerin ekonomik ve mali ilişkileri birbirini yakından etkilediği gibi önemlidir.
Bu bağlamda, “günümüz global ekonomik düzende ülkeler arasındaki sosyal, politik ve iktisadi ilişkiler, herhangi bir ülkede domestik (iç) çarkların işleyişi noktasında da büyük öneme sahiptir. Bu etkiyi yaratan faktörlerden biri de cari açık göstergesidir.”
“Cari açık” ülkenin dışa bağımlılık düzeyini, uluslararası ticaret dengesini ve dış sermaye akımlarını derinden etkileyen önemli bir kavramdır.
Cari açığın boyutu ve sürdürülebilirliği; ekonomi yöneticileri ve uzmanları, politika yapıcıları ve yatırımcıları için de önemli göstergedir. Çünkü, doğrudan ulusal refahı etkiler, ekonomik istikrarı belirler ve uluslararası para ile sermaye piyasalarında güvenililirlik ve itibarı etkiler.
Cari açığın nedenleri arasında; yüksek ithalat talebi, dış borçlanma, düşük tasarruf oranları, yüksek tüketim eğilimleri ve rekabetçilik sayılabilir. Özellikle ülkenin dışa bağımlılığı, rekabet gibi konular cari açığın büyüklüğünü etkileyen temel faktörler arasındadır. Ayrıca, büyük ve sürdürülemez cari açıklar, dış borçların artması ve finansal istikrarsızlık gibi tehlikeleri beraberinde getirebilir. Aynı zamanda dışa bağımlılık arttıkça ekonominin dış şoklara daha hassas hale gelmesi olasıdır. Cari açığın yönetimi ise ekonomik politikalar ve stratejilerle mümkündür. Ekonomik kriz dönemlerinde bu önlemlerin yapıcı ve radikal olması yaşamsal bir zorunluluktur. (Kriz dönemlerinin istikrar programlarında olduğu gibi.)
Cari açığın artması, bir ülkenin dış ekonomik dengesinde önemli etkiler yaratarak çeşitli ekonomik alanlarda hissedilebilir sonuçlar doğurabilir. Cari denge verileri ‘ödemeler dengesi’nde yer almaktadır.
Bu sonuçlardan başlıcaları şu şekildedir;
1) Dış kaynaklara bağımlılığın artması beklenir.
2) Ulusal para biriminin değerinde düşüş yaşanabilir.
3) Ülkenin iç/dış borçlanma maliyetlerini arttırabilir.
4) Ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyebilir.
5) Dışa bağımlılık ve finansman zorlukları, yatırım ve üretim aktivitelerini sınırlayabilir.
6) İthalatın ve yerel üreticilere karşı rekabetin artmasına yol açabilir.
7) Yerel işletmelerin rekabet edememesi iş kayıplarıyla sonuçlanabilir.
8) Finansal piyasalarda belirsizliklere zemin hazırlayabilir.
9) Yatırımcı güveninin azalmasına neden olabilir.
10) Döviz kurları, faiz oranları ve hisse senetleri gibi finansal araçlarda dalgalanmalar görülebilir.
Türkiye Ekonomisinin Görünümü (2000-2024)
Türkiye, 2000’li yıllarda bazı ekonomik sorunlarını çözmeye çok yaklaşmıştır. Bunların başında enflasyon gelmektedir. Önceki 30 yılda iki haneli yüksek enflasyon (Bugünlerde olduğu gibi %65) yaşayan Türkiye ekonomisi bunun sonucu olarak para ikamesinin yaygınlaştığı, ekonomide ölçme sorunlarının ortaya çıktığı bir dönem yaşamıştır. Bu dönem boyunca ekonomik büyüme inişli çıkışlı bir eğilim içinde olmuş, sürdürülebilir bir çizgiye oturamamıştır.
2000 yılından başlayarak geçilen yeni ekonomi politikası uygulaması sonucunda enflasyon düşüş sağlamış ve iki haneli enflasyon ortamından tek haneli enflasyon ortamına geçiş gerçekleşmiştir. Yine aynı dönemde yüzde 7 dolayında bir sürdürülebilir yıllık büyüme ivmesi yakalanmıştır.
Aslında dönemin hemen başlarında, 2001 yılının şubat ayında patlak veren ekonomik kriz (Bankacılık krizi), ülkedeki bir çok toparlanmanın da başlangıcı olmuştur. (Güçlü Ekonomiye Giriş Programı – Dr. Kemal Derviş) O aşamadan sonra önlemlerin alınması kolaylaşmış, halk bir çok fedakarlığı daha kolaylıkla kabul etmiştir. (Bugünlerde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Şevket Yılmaz, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve TCMB Başkanı Fatih Karahan benzer misyonu yürütüyorlar. Yıl sonu %38 enflasyon ve 2025’de tek hane hedefi gibi..)
Türkiye, 2002 ve 2006 arasında yüksek büyüme oranı yakalamış, enflsayon düşmüş, kişi başına milli gelir 2002’de 3.608 dolar’dan 2006 yılında 7.371 dolara yükselmiş, ihracat 40 milyar dolardan 85 milyar dolara (2002-2006) çıkmış ve turizmden sağlanan döviz geliri de 13 milyar dolardan 18.5 milyar dolara yükselmiştir. Aynı dönemin doğrudan yabancı yatırımları 590 milyon dolardan 20 milyar dolara ulaşmıştır.
“Tüm bu olumlu gelişmeler sonucunda cari açık kolayca finanse edilmiştir. 2006 yılının cari açığı 32 milyar dolar olduğu halde hem dolar 1 lira 20 kuruşlarda kalmış ve hem de 2006 yılında yüzde 6.9 büyüme sağlanmıştır.”
Ekonomi 2014 yılından itibaren temel ekonomik göstergeler bakımından bir gerileme dönemine girmiş ve enflasyon çift hanelere gelmiş ve dolar kuru 30 lirayı aşmıştır. 2023 yılındaki seçim sonrasında ise yeni OVP hazırlanarak uygulamaya konulmuş ve yeni ekonomik hedefler belirlenmiştir.
2000’li yılların başında yaşanan ekonomik ve siyasal sıkıntıların benzeri bir dönemdedir. Türkiye Ekonomisi, değişen ekonomi yöneticileri ve programlarla belirlenen yeni hedefler gündemdedir. Enflasyon, büyüme, gelir dağılımı, yatırımlar konusunda yapılanlara ek olarak yakın vadede cari açığın düşürülmesi yabancı kaynak temini açısından çok öenmlidir. Bir çok iktisatçıya göre de cari açık ihracat ve turizm gelirleri ile kısa vadede iyileştirilebilir.
Türkiye ekonomisinde 2023-2024 yılı içinde yaşanan ekonomik ve mali sorunları ve bunların giderilmesi için alınan önlemler 2001 yılı ‘Bankacılık krizi’ sürecine benzer bir yapıdadır. Sorunlar eşdeğerde olmasa da özellikle 2002-2006 yıllarının başarılı sonuçlarına erişmek olasıdır. Yılbaşından bu yana alınan önlemlerle döviz kurlarındaki yükselme durağanlaşmış, ihracatta ilk çeyrekte 63.7 milyar dolarla bir rekora ulaşmış, turizmde de benzer şekilde 8.8 milyar dolarlık döviz geliri sağlanmıştır.
Ekonominin temel göstergelerinde cari işlemler dengesi verileri bir önceki yıla göre azalmış, yeni ekonomi yönetiminin yurtdışı piyasalarda yaptığı toplantılar sonucu CDS primi 300 puan seviyesinin altına gerilemiş, yabancı yatırımcıların yeniden Türkiye’ye giriş yaptığı belirlenmiş ve daha önemlisi yabancı derecelendirme kuruluşlarının Türkiye not ve görünümünde iyileşmeler açıklamıştır. Bu konuda en son iyi haber de Türkiye’nin önümüzdeki günlerde ‘gri liste’den çıkacak olmasıdır.
Bu yazı çerçevesinde özetlenmeye çalışılan ekonomide yaşanan olumlu gelişmeler, ekonominin tıpkı 2000’li yılların başında olduğu gibi bir döneme girildiği işaretidir. Yeterki kamuda tasarruf başta olmak üzere alınan ve alınacak ‘ekonomik ve finansal istikrar önlemleri’nin doğru ve ödünsüz uygulanmasıdır.
Türk toplumunun yeniden güzel günler görmesi her kesimden yurttaşın dileği ve umududur.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 17 Mayıs 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ekonomide-tarih-tekerrur-edebilir/743440
Mayıs 2023 seçimlerinden sonra Türkiye Ekonomi Yönetimi yeniden yapılandırıldı. Yapının temel kurumlarından Hazine ve Maliye Bakanlığına ve Merkez Bankası’na Mehmet Şimşek ve H. Gaye Erkan atandılar:. Amaç son birkaç yıllık süreçte ekonominin temel göstergelerindeki bozulmaları iyileştirmekti. Ekonominin yurtiçi ve yurtdışı dengesini sağlamak üzere 2023 Haziran-Aralık döneminde yeni ekonomik program (OVP dahil) uygulamaya konuldu.
Yılın son ayına gelindiğinde iç dengenin yanısıra uluslararası piyasalardaki konumu düzeltmek üzere Merkez Bankası Başkan’ı (Guvernör’ü) ABD’ye gitmişti. Kendisi ekonomi kulislerinde eleştirilerin gündemine konuldu. Bu yazımızda atanmadan başlayarak ilk kadın Guvernörümüzü ve altı aylık performansı ile son Başkanı değerlendirip tarihi bir dönemle benzerlikleri bilgilerinize sunacağız.
Başkan (Guvernör) Erkan, 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanunu’nun aşağıda belirtilen hükümleri uyarınca makamına 9 Haizran 2023 tarihinde atandı.
“Madde 25
Başkan (Guvernör)’ın yüksek öğrenim görmüş, maliye, iktisat ve bankacılık alanlarında bilgi ve tecrübe sahibi olması şarttır.
Madde 26
Başkan (Guvernör) en yüksek icra amiri sıfatıyla Bankayı sevk ve idare ve yurt içinde ve dışında temsil eder.”
Başkan Boğaziçi Üniversitesi mezunu, eğitimini ve iş deneyimini ABD’deki Üniversite ve uluslararası kuruluşlarda edinmiştir. Princeton Üniversitesi’nin doktora programını katılmış ve Harvard Business School ile Stanford’dan eğitim alarak iş deneyimini Goldman Sachs’da sürdürmüştür. O nedenle de Merkez Bankası Kanunu’nda yer alan yasal gereklilikleri yerine getirmiş ve uluslararası finans konusunda yetkin bir uzmandır. Dolayısıyla da ekonomi bilimi konusunda eleştirilecek bir eksiği olmadığı gibi Haziran-Aralık 2023 dönemini başarıyla tamamlamış bulunmaktadır. Zaten CDS ve döviz yönetimi ile KKM uygulaması konusunda yürütülen işlemler ve kararlar ekonomi çevreleri tarafından olumlu kabul edilmiştir.
Yeni ekonomi yönetiminin öngörüsü Mayıs 2024’te önce enflasyonun düşmeye başlaması ve ardından da döviz kurlarında iyileşme yönündedir. Yatırımcılar, döviz rezervi ile dış borç servisindeki iyileşmeyle birlikte ekonomik denge ve istikrar beklenmektedir. Bugünlerde TÜİK’in açıkladığı gelir dağılımındaki bozulma (Gini Katsayısı) dışında ekonomideki kara bulutların dağıldığı söylenebilir. Hele yabancı derecelendirme ve yatırım kuruluşları ile uluslararası ekonomi örgütlerinin Türk ekonomisine ilişkin rapor ve tahminleri ile olumlu bir (Siyasal davalar ve hukuk dışı uygulamalar sayılmazsa) gelecek tablosu görüntülenmektedir. İyimser kesim bu rüzgarın sürmesi halinde hem yatırımlar hem de borsada yabancı girişinin olacağını ileri sürüyorlar.
Ancak ekonominin iç dengelerinin (TL bütçesi ve döviz dengesi gibi…) yanısıra dış para ve sermaye piyasalarında pozitif evrilmenin de bir an önce gerçekleşmesi çok önemli. Böylesi kritik bir dönemde (ülkemiz ve ekonomi) TCMB Guvernörü H.G. Erkan’ın Aralık ayında uzunca bir süre yurt dışında bulunduğu sırada ailesi, çocuğu ve kendisi hakkında oluşturulan iddialar ile kamuoyunun başlıca gündem maddesi oldu.
Ayrıca ekonominin bu denli kritik eşiğini aşma sürecinde Başkanın yabancı finans ve yatırımcı çevrelere vereceği mesajlar ve güven bozuk yapının onarımı için olağanüstü önemliydi. Üretilen ve gerçeği ne kadar yansıttığı belirsiz iddialar -iyi niyetli olmayan kesim ya da kişilerin- ekonomideki iyileşmeyi engellemektedir. Sonuç olarak TCMB’nın yeni ve kadın Başkanı’na güvenilmeli, çünkü;
1. Guvernör H.G. Erkan bu göreve siyaset dışından atanan en uygun kişiydi. Siyasal geçmişi olmadığı gibi ABD ve küresel ekonomi konusunda yeterli deneyime sahipti.
2. Gerek TCMB’nın bağlı olduğu ve eşgüdüm gerekli olan ekonomi yönetimi ile pozitif ve uyumlu çalıştı. Uygulanagelen strateji ve politika pozitif ekonomi sistem ve kurallarına göre yürüyordu.
3. Başkan Erkan uluslararası piyasalarda bilinen ve akredite olduğu için Aralık ayında (Genelde Noel nedeniyle randevu almak zordur.) bu kadar uzun süre ABD’de bulunuyordu. Üstelik 16 aylık evladından ayrılmayı göze alarak annelik görevini aksatmıştı. O nedenle de, değil eleştirilmeyi, övgüyü hakediyordu.
4. Ayrıca Merkez Bankamız (TCMB) 1930 yılından bu yana en güvenilir ve şaibesiz kamu kurumlarından birisiydi birisidir. (Örnek olay Özal döneminde hayali ihracat soruşturmaları konusunda tutum ve uygulamalardır. TCMB çalışanları o dönemde bu konudaki baskı ve ricalara karşı direndiler. Dönemin Guvernörü Rüştü Saraçoğlu’nun desteği ile gerçekleştirildi bu direnme.) Hala Bankada aynı tutarlılık ve kararlılıkla hizmet verilmektedir. Yani ekonomi yönetiminin ve Başkan’ın direktifleri doğrultusunda ülke için doğru işler yapıyorlar. Amaç ekonomiyi düzlüğe çıkarmak ve mali sorunları (Enflasyon, fiyat artışları v.d.) ortadan kaldırmak.
2000’li yılların başında oluşan ‘Bankacılık Krizi’ ABD’den Türkiye’ye gelen Kemal Derviş’in ekonomiyi düzenleme çalışmalarıyla aşılmıştır. Bakan Derviş de başlangıçda Guvernör Erkan gibi eleştiriler almıştı. Ama onun için yapılan aynı zamanda olumlu PR çalışması gibiydi. Rahmetli Derviş de otel’de kalıyordu. Sabah Emek-Ankara’da olan Hazine Binası’na gitmek için makam arabasını beklerken Dedeman Oteli’nin önündeki Taksi Durağı’nda şoförlerle sohbet ederdi. (Başkan Erkan’ın apartman görevlisi ile ekonomi söyleşileri bile eleştirildi.) Hazine kampüsü içinde Hazine Vakfı’nın küçük bir marketi (Çalışanlar için) vardı, arada gözleme yemeğe gider, genel müdürleriyle bahçede toplantı yapardı.
Türkiye’deki yüzyıllık ekonomi geçmişinde sıkıntılı (“kriz”de denilebilir.) dönemlerinde bu tür aktiviteler toplumu motive etmiş ve uygulanan programlar da başarıyla sonuçlanmıştır. Kemal Derviş programı böylesi bir başarılı örnektir. Tabloda görüleceği üzere, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ile Derviş döneminden sonra gelen siyasal iktidar -aynı ilke ve programı uygulayarak- 2002-2008 yıllarında yurtiçi gayri safi hasılayı (GSYH) 230 milyar dolardan 743 milyar dolara yükseltmeyi başarmıştır. Kişisel refah ile ilgili olarak da aynı dönemde kişi başına milli gelir (KBMG) 2598 dolardan 2008 yılında 10.436 dolara yükselmiştir. Total ve kişi başına milli gelirde o yıldan bu yana benzer bir başarı elde edilemediği gibi gerilemelerde yaşandı.
YIL | GSYH (MİLYAR $) | KBMG (1000 $) |
2002 | 230 | 2.598 |
2003 | 304 | 3.383 |
2004 | 390 | 4.172 |
2005 | 481 | 5.008 |
2006 | 526 | 5.482 |
2007 | 648 | 9.333 |
2008 | 742 | 10.436 |
Not: Milli Gelir Hesapları TUİK’in 2016 yılındaki ‘yeni milli gelir’ hesap sistemi öncesine göredir.
Ekonomi ve yönetiminde bu gelişmelerin etkilendiği bir çok olumlu ve olumsuzluklar var. Ancak ekonomi tarihimizden alıntıları TCMB Başkanı’yla ilgili son bir ayın gelişmelerinin tehlikelerine dikkat çekmek amacıyla derledik. Eski dönem başarılarıyla bir iki örnekle konuyu noktalayalım.
Söz konusu dönemde (2002-2008) ihracat 100 milyar doları (Şimdilerde gelecek yıl için 400 milyar dolar hedef belirlendi.) aştı. Yabancı yatırımlarda oluşturulan yatırım iklimi sonucu Doğrudan Yabancı Yatırımlar (DYY) 2007 yılında 22 milyar dolara ulaştı. Bu değer 1954 yılında çıkarılan 6224 sayılı Yasa ile Türkiye’ye gelen yatırım değerinden fazlaydı, üstelik bir yılda. Buradan Guvernör Erkan’a dönersek, son dönemin en soğuk kışında Başkan böyle bir amaca yönelik olarak Amerika’da idi Aralık 2023’de. Yapılan eleştirileri haketmediği gibi yapılmış olması haksızdı ve etik değildi.
2 Şubat 2024 tarihinde Merkez Bankası Guvernör’ü Erkan görevden istifasını istedi. Yaptığı açıklamada son dönemde şahsı hakkında ‘itibar suikastının’ yapıldığını ve ailesine ve bir buçuk yaşındaki evladının bu süreçten daha fazla etkilenmemesi için görevden affını istediğini dile getirdi. Ekonominin asıl patronu olduğu kanıtlar nitelikte, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Şimşek’de bu kararın Sayın Erkan’ın bireysel kararı olduğunu doğrularken yerine atanacak yeni Guvernör’ün son dönemdeki politikaları uygulamaya devam edeceğinin sinyalini verdi.
Çiçeği burnunda Guvernör Fatih Karahan oldu. Sayın Karahan’da yazımızın başında belirtiğimiz Merkez Bankası Kanunu’nun hükümlerine uyan, siyaset dışından, dünyanın en büyük firmalarından Amazon’da da baş ekonomistlik yapmış ve ekonomi yönetimi ile pozitif ve uyumlu çalışabilecek biri. Ayrıca Erkan gibi Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Guvernör olarak Karahan’ın seçilmesi 2023 Mayıs seçimlerinden sonra hükümetin Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizden çıkış reçetesine sonuna kadar uygulayacağını kanıtlar cinsten. Ancak kamuoyunda acı reçete olarak algılanan bu politkanın sebepleri de 2018-2023 yıllarında uygulanan politikalar ve ekonomi yöneticileri. Şu an ekonomi yönetiminde bulunan tüm kurum ve bireylerin 2018-2023 yılları arasında yapılan yanlışları yapmayacakları çok aşikardır.
Bununla birlikte 2018-2023 döneminin 2023 sonrası dönemle taşıdığı benzerliklerine ve tehditlerine değinerek yorumlarımızı noktalayalım. Bu dönemde eskiden olduğu gibi liyakatsiz kişilerin bu kadar önemli görevlere atanması söz konusu olmayacaktır. Ekonomi yönetimi pozitif ve bilimsel yöneticiliktir ki başarı için gerekli ve zorunludur. Ek olarak atama amirinin (Cumhurbaşkanı) destek ve gücünü alan Bakan ve Başkanlar’ın başarısı kaçınılmazdır.
Ancak Söz konusu Makam’daki değişikliklerin ülkemize ve ekonomimize neler getirip ve götürebileceğini şimdiden kestirmek zordur. Tıpkı TCMB Başkanı H.G. Erkan’ın ayrılığında olduğu gibi…
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 9 Şubat 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ekonomi-yonetimi-merkez-bankasi-tcmb-ve-son-iki-baskan/728890
Küreselleşme ya da globalleşme; ürünlerin, fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin alışverişinden doğan bir uluslararası bütünleşme sürecidir… küreselleşme ekonomik olduğu kadarsiyasal, teknolojik ve kültür boyutlu bir süreçtir… Küreselleşme, basitçe gücün ya da etkinin yerel toplulukların elinden alınıp küresel bir arenaye aktarılmasından ibarettir.
“Küreselleşme, tüm dünya insanlarının siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan birbirlerine yakınlaşması ve bir bütün olma yolunda ilerlemesidir.”
Küreselleşme ve dış ticaret birlikteliği ne 19. Yüzyılda ortaya çıkmış ne de 1980’lerin liberalizm akımları sonucu oluşmuş bir ticari ve ekonomik olgu değildir. Ekonomik anlamda eski çağlara kadar uzanan bir varlığı ve etkinliği söz konusudur. Yüzyıllar öncesinde küresel ticaret, “İPEK YOLU” ve “BAHARAT YOLU” ile gerçekleştirilmiştir.
İPEK YOLU, sadece tüccarların değil, aynı zamanda doğudan batıya ve batıdan doğuya bilgilerin, orduların, fikirlerin, dinlerin ve kültürlerin de yolu olmuştur.
Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar, daha sonrada Romalılar, Çinlilerden ipek satın alırlardı. Ulaşım ise, daha sonra İPEK YOLU adı verilen güzergahı izleyen kervanlarla sağlanırdı. İpek endüstrisi eski çağlardan beri bir çok devletin/milletin hayatında önemli bir yer bulmuştur. Uzakdoğu’dan gelen ipek ve baharat, Batı dünyası için, uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır. İpek, ayrıca Doğu kültürünün Batı tarafından tanınmasını da sağlamıştır. Doğu’nun ipeği ve baharatının kervanlarda taşınması Çin’den Avrupa’ya ulaşan ticaret yollarını oluşturmuştur. Orta Çağ’da ticaret kervanları, şimdiki Çin’in Şian kentinden hareket ederek Özbekistan’ın Kaşgar kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi’ne, diğeri ile de Karakum Dağlarını aşarakİran üzerinden Anadolu’ya ulaşırlardı. Anadolu’dan deniz yolu ile Akdeniz ve Karadeniz (Tirebolu) limanlarından veya Trakya üzerinden karayolu ile Avrupa’ya giderdi… Yoğun bir şekilde ipek, porselen, kağıt, baharat ve değerli taşların taşınmasının yanında kıtalar arasındaki kültür alışverişine de imkan sağlayan bu binlerce kilometre uzunluğundaki kervan yolları zaman içerisinde “İPEKYOLU” olarak adlandırılmıştır. İpekyolu Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde 2000 yıldan beri bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin izlerini taşımakta ve olağanüstü bir tarihsel ve kültürel zenginlik sunmaktadır…
İlk olarak, 1514 yılında Portekizliler Çin’e ulaşmış ve orada çok canlı bir ticaret ortamı oluşturmuşlardır. Bu Pazar daha sonra ispanyollar tarafından ele geçirilmiştir… Petrol yataklarının bulunması ile İPEKYOLU yeniden önem kazanmaya başlamıştır. Yeni yollar insaş edilmiş ve ıssız bölgelere ulaşım kolaylaştırılmış, bölgeler sanayileşmiştir. Bunun yanı sıra eski ticaret yolları onarılmış ve turistik amaçlı kullnılmaya başlanmıştır. Günümüzde, 32 Asya ülkesi ve BM’in desteği ile Asya Uzak Ticaret Yolları Ağı inşası projesi yürütülmektedir. 2005 yılı itibari ile yol ağının yenilenmesine 25 milyar dolar harcanmıştır.
Günümüzde Şenzen bölgesinde 2500 ABD yatırımı ve şirketinin varlığını sürdürdüğü biliniyor. Hongkong aracılığı ile Çin dış ticaretini Batılı sanayileşmiş ülkeler oluşturmaktadır. Bu ticaretin başlangıcı kağıt ve barut bilgisinin İPEKYOLU aracılığı ile Avrupa’ya yüzyıllar önce aktarılmasıdır.
BAHARAT YOLU, eski çağlarda Uzakdoğu’yu Batı’ya bağlayan ticaret yollarından biriydi. Baharat günümüzden binlerce yıl önce Doğu ülkelerinde kullanılıyordu. Ortaçağ Avrupası’nda soyluların sofralarına da girince çok önemli bir ticaret ürünü haline geldi, ama pahalı olması nedeniyle ancak varlıklı kimseler satın alabiliyordu. Aslında tarçın, kakule, zencefil ve zerdeçal satışına dayanan baharat ticaretine Çinliler milattan önce başlamıştı.
BAHARAT YOLU, Hindistan’dan Avrupa’ya uzanan bir ticaret yoludur. Baharat, Doğu’dan Avrupa’ya iki ayrı yoldan gelirdi. Bunlardan biri, Orta Asya üzerinden geçen İpek Yolu’ydu. Ama ipek Yolu asıl olarak eski yıllarda Çin ipeğinin Roma’ya taşındığı yol oldu; diğer yol ise Hindistan ve Seylan (Sri Lanka)’dan Kızıldeniz’deki Akabe Kröfezi’ne Yemen kıyılarına ya da Basra Körfezine gelen deni yoluydu. Bu kıyılardaki limanlardaki gemilerden boşaltılan baharat karayoluyla Fenike ve Filistin kıyılarına, Mısır’a İskenderiye’ye ve Karadeniz’e ulaştırılırdı ve sonra yine deniz yoluyla Avrupa’ya taşınırdı.
Baharat üreten ülkelere doğrudan ulaşmanın yolları arandı. Sonunda Vasco do Gama 1498’de Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan yolunu açtı. Kristof Kolomb Batı Hint Adalarına, Macellan Güney Amerika’yı dolaşarak Doğu Hint adalarına vardı. Böylece baharat üreten ülkelere yeni yollar açıldı. Bunun sonucunda baharat ticaretinde Venedik tekeli kurulurken, tarihsel Baharat Yolu’da nemini yitirdi.
Uzakdoğu ile Batı ülkelerinin İpek ve Baharat Yolları ile başlayan uluslararası ticaretleri daha sonra önemini kaybetse de Ortadoğu’daki petrol başta olmak üzere yeni bir boyut kazanmış bulunmaktadır. Süveyş kanalının önemli konumu nedeniyle ve İran petrolünün pazarlanması ile geçtiğimiz aylarda başlayan İsrail-Hamas Savaşı, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’na yeni bir güç ve ticaret boyutuna ulaştı.
Yemen’deki İran destekli Husilerin, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını gerekçe göstererek Kızıldeniz’de İsrail ile bağlantılı gördükleri ticari gemileri hedef alması KÜRESEL TİCARET’E darbe vurdu. Küresel taşımacılığın yaklaşık %12’sine sahne olan Kızıldeniz rotası, Asya ve Avrupa arasındaki en kısa bağlantıyı sağlıyor.
Bölgede ticari ve ekonomik sonuçları olan güvenlik krizi oluştu. Bazı denizcilik şirketleri rotalarını değiştirdi. Alternatif rotaların mesafeleri 9 ile 14 gün uzattı ve sigorta primlerindeki yükselişlerle birlikte KÜRESEL TİCARET MALİYETLERİ’nde ciddi artışlar bekleniyor.
Kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle kontenyer gemilerinin rotasına 6 bin mil daha fazla yol eklenmiş bulunuyor. Kızıldeniz rotası terk edilerek Avrupa’ya sevkiyat Ümit Burnu üzerinden yapılmaya başlandı. Yeni rota navlun ve petrol fiyatlarını etkileyecek. Tedarik zinciri olumsuz etkilenecek.!
Yayın Yeri: Herkese Bilim ve Teknoloji Dergisi
Yayın Tarihi: 25 Ocak 2024
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.herkesebilimteknoloji.com/dergi-sayilari/hbt-dergi-407-sayi-25-ocak-2024
İktisat bilimine göre, para ve sermaye piyasalarını ülke ekonomisinin makro ekonomik verilerinden kaynaklanan göstergeler yakından etkilemektedir. Makro ekonomik göstergeler ise iç ekonomi ile -dışa açıklık derecesine göre- uluslararası ekonomi ve kuruluşların küresel hareketleriyle ilişki içindedir. Bu ekosistem sonucu herhangi bir sermaye piyasasının ürünlerinin fiyatları belirlenmektedir.
Özelinde İstanbul hisse senedi piyasasında (BİST) üç endeks (BİST100, BİST30 ve VİOP) günün sonunda hisse senetlerinin sonuçlarını belirlemektedir. Bu yıl halka arzların desteği ile katılımcı sayısını ikiye katlayan BİST seçimlere kadar yatırımcılarına kazandıran bir borsaydı[1]. Ancak yılın son çeyreğinin başında BİST’te başlayan oynaklık sürüyor ve konunun uzmanları ise bu durumu açıklamakta çok zorlanıyor. Yatırımcı kesimi ise durumu izlemekle yetiniyor.
BİST’te net olmayan bu tablonun son bir haftada iki günün endeks değerlerini belirterek açıklamak mümkündür. Ancak nedenlerini açıklamak hiç de kolay değildir.
Aralık ayının 6. Günü BİST aşağıdaki değerlerle günü sonlardırdı;
BİST100 | 7.855 | (-2.251) |
BİST30 | 8.471 | (-2.33) |
Yüzde 2’nin üzerindeki bu düşşlerin ardından ertesi gün, Aralık’da söz konusu iki endeks BİST100 7.970 (+1.58) ve BİST30 8.615 (+1.70) ile toparlandı ve yatırımcılarını tedirginlikten kurtardı. Ancak bir gün sonra (Çarşamba 8 Aralık) yeniden düşen borsa endeksleri sırasıyla 7.913 (-0.82) ve 8.495 (-1.39)’ a geriledi. Haftayı yüzde 1.4 gerileyerek 7.913 (BİST100) ile tamamladı. Bazı uzmanlar son üç haftadan bu yana her Çarşamba gerilemenin yaşandığını ileri sürseler de açıklayamadılar.
Bugün itibari ile (11 Aralık) yeni haftaya giren BİST yine benzer bir gelişim içinde görülüyor:
BİST100 | 7.728 | (-2.34) |
BİST30 | 8.323 | (-2.02) |
Üstelik son dönemde yabancıların yeniden hisse senedi ve tahvil alımına başladığı haberlerine ek olarak bugün açıklanan ödemeler dengesi ve işsizlik verilerinin olumlu karşılanmasına rağmen borsada gerileme yaşandı. Makro ekonomik göstergeler konusundaki cari açık sorunu ekonomimizin büyük sorunuydu. Geçen ay 1.88 milyar dolar olan cari fazla Ekim 2023 verisi 186 milyon dolar olarak gerçekleşti. Bu sonuç, küresel ekonomi’nin durgunluk içinde olduğu 2022 ve 2023 için çok iyi bir gelişme. İşsizlik oranının yüzde 8.5 olarak açıklanması üzerine yetkililer bunun son 11 yılın en iyisi olduğunu kamuoyu ile paylaştı.
Ekonomideki diğer gelişmelerin ayrıntısına girmeden uluslararası derecelendirme ve yatırım kuruluşlarından S&P’nin Türkiye’nin görünümünün ‘negatiften’ ‘durağana’ çevirildiğini ve uygulanan para ve maliye politikalarının etkinliği ve bağımsızlığı artıp TCMB’nın net döviz rezevlerini güçlendirmesi halinde görünümün pozitife çevrileceği açıklandı. Türkiye’de ve uluslararası piyasalarda olumlu karşılanan bu açıklamaya ek olarak önümüzdeki günlerde açıklanacak Moody’s not ve görünümünün olumlu beklendiği öngörüsünde bulunuldu. Tüm bu gelişmeler Türkiye ekonomisinde (Enflasyon, faiz ve dış borç ile yüksek kurlu dövizler dışında) ekonomimizin olumlu yönde evrilmeye başladığını gösteriyor.
Ayrıca yeni Hazine ve Maliye Bakanı ile TCMB Başkanı’nın uluslararası alanda olumlu imajı ile Türkiye’deki ekonomik ve mesleki kuruluşlarla diyalog ve karşılıklı görüşmeleri de olumlu görüşmeler olarak algılanıyor.
Dolayısıyla ekonomide olumlu yönde gelişmeler ile makro ekonomilerdeki not iyileşmeleri karşısında BİST’deki bu volatiliteyi açıklamak da zorlanılıyor. Üstelik BİST30 şirketlerinin yabancı yatırımcılarla ortak girişimleri ve siyasi alanda iyi sayılabilecek dış ilişkilerin (Yunanistan ile 10 milyar dolarlık dış ticaret hacmi gibi) sermaye piyasalarına olumlu yansıması iktisat biliminin bir gereğidir.
Ayrıca bu olumlu tabloya BİST şirketlerinin gerçek değerlerini (hisse fiyatlarını) yansıtmadığı hala cazip ve ucuz olduğu görüşü de kimi uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Öyleyse çok bilinmeyenli bir denklem gibi görünen BİST yılı böyle tamamlayacak gibi görünüyor. Sonuç olarak BİST’te yaşanan gelişmeleri açıklamakta iki neden sayılabilir.
Birincisi, borsa yatırımcılarının sayısının kısa sürede bu denli artışı yenilerin acemiliğinden kaynaklanmış olabilir. Borsa ve finansal okuryazarlık konusunda hiçbir eğitim ya da altkültürü olmayan 4 milyon kişi bir yılda borsa yatırımcısı oldu. Ağustos-Eylül döneminde bir milyon kişi borsaya katıldı. Yenilerin ne kadar bilgili, deneyimli ve öngörülü olduğu çok tartışılabilen bir konu. Her hareketin tam algılandığını söylemek güç.
İkincisi, birinci ile bağlantılı olarak sermaye piyasası çekiciliğini arttırmak için, bir yılda 30 kadar halka arzın yeniler nezdinde yarattığı hava. Ynei yılın ilk aylarında 20 günden az olmayan günlük yüzde 9.99 getirilerin yarattığı güzel havalar yok artık. Bu durum da yenilerin kısa sürede kırılmalarına neden oluyor. Hatta geçtiğimiz günlerde 350 bin kişi borsadan çıktı, ama nedeni açıklanmadı.
Nedenler arasında faiz, İsrail-Hamas savaşı v.b. birçok etken sayılabilir ama kıdemli bir borsa uzmanının yorumu -bizce- daha çok yakışıyor durumu açıklamaya.
“Defalarca yazdım. 8.100 geçilsin güneşli günler yakın diye. Ama adamlar ne yapıp yapıp geçmesine izin vermiyor. İster buna savaşı, ister buna yargı krizini, ister siyasi açıklamalarını bahane ediyorlar diye düşünün. Bir şekilde basıyorlar. Yıllardır şunu bilirim tecrübe ederim; çok basıyorlarsa çok alacaklar.. sabredip sabretmemek size kalmış.”
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 15 Aralık 2023
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/makro-ekonomik-gostergeler-ve-bist/720474
[1] Merkezi Kayıt Kuruluşu (MKK) verilerine göre borsada yatırımcı sayısı 8 milyonu aşarak rekor kırdı. 18 Ekim 2023
BİST (Borsa İstanbul) gelişmekte olan ülkeler borsaları arasında bir süredir yatırımcılarını mutlu eden bir performans içindeydi. Üstelik yabancı yatırımcıların azalmasına karşın tasarruf sahipleri bu durumdan etkilenmemişti. Bu yıl BİST100 endeksinin 8000 puanı denediği günlerde borsa uzmanları 10 binden söz etmeye başladılar. Bu arada geçen yıl 1.4 milyon yeni yatırımcının katıldığı BİST’de geçen günlerde yatırımcı sayısı 8 milyona ulaşmıştı. Hele halka arz yatırımcıları küçük dağıtım paylarına karşın getirilerden çok mutluydu. Öyle ki bu yılın halka arzlarının birinde yeni yatırımcılarla rekor katılım gerçekleştiği gibi, getirisi de yüzde 440 olmuştu.
Ancak, Ekim ayının ilk günlerinde Ortadoğu siyasi çatışmasının da etkisiyle BİST’te sorunlu bir dönem başlamış bulunuyor. Endeks de 10 bin değil 7 binde tutunmak güçleşti. Borsanın 16-20 Ekim haftası İsrail’in Filistin’e yönelik abluka ve bombardımanlarından başlayarak bir çok olayın etkisiyle düşüşle kapadı. Bu belirsiz ve kaotik ortam yatırımları sert satış işlemlerine yöneltti ve borsa endeksi haftayı yüzde 7.43 değer kaybı ile kapattı. Uluslararası piyasaların yanısıra Türk piyasaları da “çatışma yaşanır mı?” endişesine girdi.
Ne var ki bu haftanın (16 Ekim-20 Ekim) ilk günü geçen haftanın kayıplarını telafi edercesine BİST endeksleri yükseldi ve olumlu bir hava oluştu.
BİST100 | 7.750 | +3.19 |
BİST30 | 8.075 | +3.02 |
VİOP | 8.139 | +3.32 |
Uluslararası piyasalardaki havada radikal bir değişiklik beklenmediği tahminleri BİST’in yatırımcılarını etkilemiş olmalı ki 24 Ekim günü de endeksler yükseldi.
BİST100 | 7.990 | +3.10 |
BİST30 | 8.314 | +2.96 |
VİOP | 8.381 | +2.60 |
Borsanın 8 binin eşiğinden döndüğünün ertesi günü ise yeniden olumsuz bir hava belirdi ve 25 Ekim günü iki kez ‘devre kesici’ uygulanarak endeksler önce %5 ve ardından da %7 gerileyerek yatırımcılarını üzdü. Oysa çok olağanüstü bir gelişme ya da haber gündeme düşmemişti.
BİST100 | 7.424 | -7.08 |
BİST30 | 7.743 | -6.87 |
VİOP | 7.787 | -6.75 |
BİST’te son üç günde yaşananlar öncelikle Ortadoğu’daki çatışmalardan etkilendi. Ancak, uluslararası piyasalar ve Türkiye’nin uygulamaya başladığı yeni ekonomik program ve önlemler dünyada ve Türkiye’de olumlu karşılandı. Gerek Hazine ve Maliye Bakanlığı ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın karar ve uygulamaları -şimdilik- olumlu bir görüntü veriyor. Uluslararası yatırımcı kuruluşların yatırımları da olumlu.
Ortadaki görüntüye karşın Borsa İstanbul’daki bu hareketlilik açıklanması gereken bir durum. Yani kısa sürede sert düşüş ve yükselişler yatırımcıların kararları ile yakından ilgili. Türk yatırımcılarını ve Borsasını yakından izleyenlerin yorumu ‘yatırımcı kimliği’nin özelliğinden kaynaklandığı yönünde. Gerçekte borsalarda iki tür tasarruf sahibi vardır: Borsacı ve Yatırımcı.
Borsacı ilke ve felsefesine sahip olanlar tasarrufları ile yakın vadede para kazanıp uzun yıllar beklemeden ayrılmak yönünde karar verirler. Yatırımcı niteliklerine sahip tasarruf sahipleri ise aldığı hisse senedi ile o şirketin ortağı olduğu duygusunu taşırlar ve kararlarının dayanağı ise borsa endeksinin oynaklık döneminde senedini satmazlar. Uzun vadede -doğru hisse senedine- yatırım yapanlar orta ve uzun vadede kazançlı çıkarlar. Ve onlar, “borsacı değil yatırımcılardır.”
BİST’te 8 milyona ulaşan ve çevrelerinden edindiği bilgilerle kazanç elde etmek isteyenlerin çoğunluğu ‘borsacı’ denilen tasarruf sahipleridir. BİST dalgalanmalarının nedeni borsacıların çoğunlukta olmasıdır. Hele bu kümenin yatırım yaptığı hisse senetlerinin yapı ve özellikleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmamaları da bir diğer dezavantajdır. Buna Borsa alt kültürü eksikliği eklenince durum daha da ümitsiz bir hale gelir. Son olarak bir gayrimenkulünü satarak ya da kredi alarak borsaya katılmışsa, bu durumda kritik ve güçsüz bir finansal eylem söz konusudur.
Sözün özü borsa zamanı olmasa da katılımcıların “yatırımcı” kimliğine bürünerek kaotik zamanın biran önce sona ermelerini beklemesi en doğru karardır.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 1 Kasım 2023
Yazarlar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/bistde-kritik-gunler-borsaci-ve-yatirimci/713785
Türkiye Ekonomisinde son 21 aylık ihracat gerçekleşmelerine bakıldığında 2022 yılı Ağustos ayının dışında aylık ihracatların 18-20 milyar dolarlık bir bant içinde seyir izlediği görülecektir. Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere 2022 Ekim – 2023 Eylül döneminde Mart 2023’deki 23 milyar dolarlık sonuç dışında genelde 19-21 milyar dolar bandı aylık ihracat gerçekleştirilmektedir.
EKİM 2022 | 21.3 Milyar Dolar |
KASIM 2022 | 21.8 Milyar Dolar |
ARALIK 2022 | 22.8 Milyar Dolar |
OCAK 2023 | 19.3 Milyar Dolar |
ŞUBAT 2023 | 18.5 Milyar Dolar |
MART 2023 | 23.5 Milyar Dolar |
NİSAN 2023 | 19.2 Milyar Dolar |
MAYIS 2023 | 21.6 Milyar Dolar |
HAZİRAN 2023 | 20.8 Milyar Dolar |
TEMMUZ 2023 | 19.9 Milyar Dolar |
AĞUSTOS 2023 | 21.6 Milyar Dolar |
EYLÜL 2023 | 22.6 Milyar Dolar |
Son 12 Aylık İhracat Rakamları
İhracatın bu dengeli ve kimi zamanda gerileyen performansının ilk etkilediği ekonomik parametre dış ticaret açığı ve ikinci olarak da ‘cari açık’ değeridir. Ekonomimizin bu iki parametresi ulusal gelirden başlayarak dış borç servisine kadar bir çok ekonomik olguyla yakından ilgili olduğu gibi ekonomimizin güçlülüğünün temel göstergeleridir. En güvenilir döviz girdilerinden olan ihracat gelirlerinin yetersizliği rezervlerden başlayarak dış borçlanma ve maliyetini (CDS’ler ve dış sermaye piyasalarında faizin belirlenmesi gibi) olumsuz etkileyecektir. O nedenle Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın 5 Ekim günü ihracat finansmanına desteğini içeren ‘uygulama talimatı’nın önemi çok büyüktür.
Ekonomi yönetimi’nin bu uygulama talimatı hem genel ekonomi hem de dış ticaret sektörüne yararlı bir destektir. Çünkü ihracatımız son iki yılda dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle durağan bir seyir izliyordu. Ayrıca ihracatı teşvik eden reeskont kredilerine erişim ve maliyetlerde sıkıntı yaşanıyordu. Ekonomi yönetiminin sıkı para politikası uygularken, seçici kredi mekanizmalarıyla üretim ve ihracatı desteklemesi sektörün oda ve meslek kuruluşları tarafından da olumlu karşılanmış bulunuyor. Talimat kısaca şöyle:
“Bankalara gönderilen uygulama talimatında Merkez Bankası’nın ihracat ve döviz kazandırıcı hizmetler reeskont kredileri faizi hesaplama yönteminde yaptığı değişikliğe yer verildi. Buna göre resskont kredilerinin toplam faiz maliyeti, Merkez Bankası politika faizi seviyesini aşamayacak. Bu kararla ihracatçıların kullandığı kredilerin maliyetinin 15 puan azalacağı öngörülüyor. Merkez Bankası, firma reeskont limitlerini ise KOBİ tanımında yer alan mali kriterin yüzde 50’si kadar belirleme kararı aldı. Karar göre, mikro işletmeler için reeskont limiti 5 milyar lira, küçük işletmeler için 50 milyon lira, orta ölçekli işletmeler için de 250 milyon lira olarak güncellenecektir.”
Böylece ihracatçıların, finansman maliyetlerindeki bu düşüşü önümüzdeki aylarda avantaja döndürerek ihracata ivme kazandırılmış olacak. Ülke döviz girdilerini geçmiş yıllarda da bu yöntemle arttırmak için çeşitli politikalar ve uygulamalar hayata geçirilmişti. Bunlardan en önemlisi yine böyle ekonomik sıkıntılardan sonra uygulamaya konulan programlardır.
Örneğin, 24 Ocak kararları’nın başarısızlığından sonra 1983 yılında kurulan Özal Hükümeti Ekonomik İstikrar Programı’nın ağırlığı ihracat ve tekstil sektörüydü. Her iki sektörün yatırım maliyetleri büyük olmadığından kolaydı. Ancak her iki sektör de kısa sürede döviz gelirleriyle ülkeyi 70 sente muhtaç olmaktan kurtarabilirdi. Ama, yeterli desteği kamunun/devletin vermesi gerekiyordu. Ayrıca kararların ve uygulamaların hızla gerçekleştirilmesi için önlemler alınmalıydı.
Önce bürokratik yapıdan başlandı ve yeni bir Müsteşarlık kuruldu: Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı. İhracat ve teşvikle ilgili icracı Genel Müdürlükler Müsteşarlığı’nın bünyesine alındı. Ayrıca ihracatçıları kredi, finansman ve vergi konularında desteklediler. İhracat dövizlerini kısaca ‘vergi iadesi’ denilen bir sistemle Hazine tarafından primle desteklediler. Sonradan “hayali ihracata” dönüşen bu yeni sistem, çok yararlı oldu ve bir süre sonrada kaldırıldı.
Keza, Türkiye’nin Rodos Adası kadar olan turizminin yatak kapasitesini arttırmak için de Kalkınma Bankası aracılığı ile turizm kredilerine yüzde 90’lara kadar teşvikler verildi. Bugünlerde milyona ulaşan turizm sektörü yatak kapasitesi o günlerin yatırım ve teşvik politikasının sonucudur. Turizmde bu yılın döviz geliri hedefi 50 milyar dolar ve gelecekte 100 milyar dolardır. Böylece dış ticaret açığı ve cari açık iyileştirildi.
Sonuç olarak 1983-1987 yılları Türkiye’nin ekonomik parametrelerinin (milli gelir, ticaret ve döviz dengeleri) hızla ve güçlü biçimde iyileştiği yıllar oldu. Umarız son uygulama talimatı ile Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın ‘İhracatçı Adımı’ da böylesine sonuçlar oluşturur.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 13 Ekim 2023
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ozalli-yillardan-gunumuze-ihracat-destekleri/711494
“Ödemeler dengesi, geniş anlamıyla, bir ekonomide yerleşik kişilerin diğer ekonomilerde yerleşik kişiler (yurt dışındaki yerleşikler) ile belli bir dönem içinde yapmış oldukları ekonomik işlemlerin sistematik kayıtlarını elde etmek üzere hazırlanan istatistiki bir rapordur. Ödemeler dengesi istatistiklerinin toplanmasına ilişkin uluslararası standartlar, Uluslararası Para Fonu (IMF) üye ülkelerine yol gösterici olarak hazırladığı Ödemeler Dengesi ve Uluslararası Yatırım Pozisyonu El Kitabı’nda yer almaktadır. Bu doküman aynı zamanda ödemeler dengesi istatistiklerini ülkeler bazında karşılaştırmaya da olanak tanır.”[1]
Ekonominin bazı göstergelerinin (büyüme, enflasyon, dış ticaret açığı ve cari açık gibi parametreler…) oldukça duyarlı olduğu bir dönemden geçilmektedir. Böylesine kritik dönemin ‘çeyrek sonuçları’ ekonominin geleceğine ilişkin tahminleri oluşturmakta temel veridir ve de önemlidir. Bu yazımızda 2023 yılı 1.çeyrek (Ocak-Mart) dönemine ilişkin dış ticaret verilerinin durumu ve yıl içindeki gelişimleri ile yurt dışına yansımaları üzerine durulacaktır.
Bir ekonominin işleyişini belirleyen birçok gösterge ve veri seti bulunmaktadır. Bu makalemizin ana teması ödemeler dengesinin önemli göstergelerinden ‘dış ticaret dengesi’nin 2023 yılı 1.çeyrek sonucudur. Ancak bu dengenin sağlıklı ve sürdürülebilir olması ödemeler dengesinin diğer kalemleri ile ilişkilidir. (İhracat, turizm, doğrudan yatırım ve net hata noksan gibi..)
Literatürde; Dış Ticaret Dengesi, ödemeler dengesinin mal ve hizmet ihracat ve ithalatının parasal değer cinsinden gösteren bölümüdür. İhracat ve ithalat eşitse ‘dış ticaret denkliği’, ihracat ithalattan büyükse ‘dış ticaret fazlası’, küçükse, ‘dış ticaret açığı’ söz konusudur.
Mal dengesi (Dış ticaret dengesi): İhracat – İthalat.
(Türkiye’nin yurt dışına yaptığı mal satışları yoluyla elde ettiği döviz tutarından yurt dışından yaptığı mal alışları için ödediği döviz tutarı düşürülür ve mal ya da dış ticaret dengesi bulunur.)[2]
Türkiye ekonomisinde –uluslararası kurallara göre- belirlenen Mart 2023 ve Ocak-Mart verilerini, bu konuda yetkili iki kamu kurumu (Ticaret Bakanlığı ve TUİK), görsel ve yazılı basın aracılığı ile açıklamış bulunmaktadır. Veriler şöyle;
“Mart ayında ‘dış ticaret açığı’ bir önceki yılın aynı ayına göre 0.9 artarak 8.34 milyar dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2022 Mart ayında yüzde 73.2 iken 2023 Mart ayında yüzde 73.9’a yükseldi.”
Türkiye ekonomisi Mart ayında 8.34 milyar dolarlık dış ticaret açığı verdi.
Ocak-Mart döneminde dış ticaret açığı yüzde 30.7 artarak 26.5 milyar dolardan, 34.7 milyar dolara yükseldi.
Bu rakam, veri setinin en yüksek çeyrekli açığına işaret etti.
İhracatın ithalatı karşılama oranı 2022 Ocak-Mart döneminde yüzde 69.4 iken, 2023 yılının aynı döneminde yüzde 64’e geriledi.
Bir ekonominin büyümesinde ve sağlıklı yapısı konusunda ‘dış ticaret fazlası’ verileri ve ihracatın ithalatı karşılama oranı önemli etkenlerdir. 2023 yılı ilk çeyreğinde bu konulardaki sonuçlar ekonomik endişeler taşımaktadır. (Gazetemizin 4 Mart 2023 sayılı nüshasında yayımlanan makalemizde bu endişelerden söz etmiştik.)
Gerek Türkiye ve gerekse Avrupa ülkelerinin benzer ekonomik sorun ve gelişmelerinin yer aldığı Uluslararası Para Fonu’(IMF)nun ‘Avrupa Bölgesel Ekonomik Raporu’nun tespitleri de benzer içerikle yayımlanmıştır;
“Uluslararası Para Fonu (IMF) Avrupa’nın bu yıl için büyüme tahminini 0.2 puan arttırarak 0.8’e yükselttiğini bildirdi. Raporda, Türkiye Ekonomisinin bu yıla ilişkin ekonomik büyüme tahmini 0.3 puan azaltılarak yüzde 2.7’ye çekilirken, gelecek yıla ilişkin büyüme tahmini 0.6 puan arttırılarak yüzde 3.6’ya yükseltildi.”
Dış ticaretimizin yüzde 40’ından fazlasını oluşturan Avrupa’nın raporda birçok sıkıntılarla karşı karşıya olduğu anlaşılıyor. Hane halkı gelirlerinin azaldığı bu ülkeler enflasyonun yanısıra resesyon tehlikesi içindeler. IMF, aynı raporda, finansal istikrar riskinin kontrol altına alınamamasının krize ve düşük büyümeye yol açabileceği uyarısında da bulunuyor.
Ekonomide ilk üç ayın verileri dış ticaret açığı başta olmak üzere 2023 yılında büyümede de sorunlar yaşanacağını göstermektedir. Dış ticaret partnerimiz olan ülkelerinin durumu da çok iç açıcı değildir ve bu durum uluslararası kuruluşlar (IMF) raporunda yer almaktadır.
Özetle, Türkiye ekonomisinin dış ticaret açığı ve büyümesi konusunda 2023 ilk çeyreğinin verileri ve tahminleri yılın zorlu geçeceğini göstermektedir. Avrupa’nın sorunları dış ticareti olumsuz etkilese de dış ticaret açığını -her zaman olduğu gibi- turizm döviz gelirleriyle kısmende olsa karşılamak mümkündür.
Nitekim bugünlerde İzmir’de bir tesisin açılışında medyaya değerlendirmede bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy, 2023 ilk çeyreğinde 7.8 milyon ziyaretçinin ağırlandığını ve 8.6 milyar dolar civarında gelir elde edildiğini ifade etmiş.
Türkiye’de kambiyo (döviz) işlemleri ile kıymetli varlıkların bulundurulması, tasarrufu ile ithal ve ihracını düzenleyen yasa 1930 yılında çıkarılan ‘1567 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanun’dur. Genç Cumhuriyet 1923 yılında kurulmuş ve 1929 Dünya Büyük Bunalımı başlayana dek böyle bir düzenlemenin/mevzuatın gerekliliği ve önemi fark edilememiştir.
Küresel 2. Büyük Krizin etkisiyle küçük ve tarıma dayalı Türkiye Ekonomisi’ni korumak amacıyla 1930 yılında -kambiyo kontrol amaçlı- ‘1567 Sayılı Yasa’ çıkarılarak ve Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasa, hem kanun hem de ilişkin karar ve tebliğlerindeki değişikliğe uğramışsa da halen yürürlüktedir.
Bunun anlamı, dış ekonomik ilişkiler ve kambiyo(döviz) iş ve işlemlerini denetim altına almaktır. Sıkı kambiyo kontrolü uygulandığı dönemlerde ve serbest kambiyo rejimi dönemlerinin de yasal dayanağı “1567 Sayılı Kanun” olmuştur.
Bu yazı çerçevesinde 1923-2023 yılları arasında Türkiye’de kambiyo mevzuatının gelişimini şöyle özetlemek mümkündür:
Türkiye ekonomisinde 1930-1980 yıllarını kapsayan dönemde sıkı bir kambiyo rejimi/sistemi uygulanmıştır. Ellili yıllarda dış ticaret işlerinde liberasyon dışında dövizli işlemlerde katı kurallar 1980’lere kadar büyük bir kararlılıkla yürürlükte olmuştur. Sermaye hareketlerinde denetimin yanısıra Türk Parası Kıymetini Korumu Mevzuatı’na göre; yabancı para bulundurmak, yabancı parayla hesap açmak yasak olduğu gibi, yurt dışından ithalat için para transfer etmek ya da yurt dışına çıkarken döviz almak ve yurt dışında okuyan öğrencilere döviz transferi yapmak izne bağlıydı. Yurt dışına mal satıp döviz geliri elde edenler bunun bedelini Merkez Bankasına satmak karşılığında Türk Lirası almak zorundaydılar.
Belirlenen kural ve yasalara uymayan gerçek ve tüzel kişilere para ve hapis cezası uygulanırdı. Söz konusu yaptırımlar 1567 sayılı Yasa’da yer alırdı.
Küresel Ekonomi’de seksenli yıllarda başlayan liberal uygulamalar ve politikalar akımına Dünya Bankası ve IMF üyesi Türkiye’de katıldı. 24 Ocak 1980 İstikrar Programı’nın ardından 1983 yılında iktidara gelen ANAP hükümetleri dış ticaret, kambiyo ve yabancı sermaye mevzuatlarını güncel ve liberal hüküm ve kurallarla uygulamaya koydular. Hatta ekonomideki olumlu havanın etkisiyle 1990 yılında “Türk Parası konvertibil oldu”. Böylece sermaye hareketlerini serbestleştirme operasyonu da gerçekleşmiş oluyordu.
Bu arada dövize de özgürlük verilmişti ve hapis cezaları 1985 yılında 1567 sayılı Yasa’dan çıkarılmış ve kanuna dayalı kararnamelerle (30 ve 32 sayılı Kararlar) bir dizi serbest ekonomi kuralları yürürlüğe konulmuştu. Böylece, yabancı parayı getiren herkes o günkü kur üzerinden Türk Lirası alabildiği gibi, Türk Lirasını getirenlere de günlük kur üzerinden yabancı para alabilme olanağı verildi. Serbestinin bir başka kuralı yabancı para ile mevduat hesabı açılabilmesi ve yurt dışına transfer yapabilmesiydi.
Özetle, Türkiye Ekonomisi’nde kambiyo(döviz) kontrol rejiminin sonuna gelinmişti. Yasal dayanakların varlığı ile sürdürülebilir bir yapı oluşturulacaktı.
Ne var ki, ülkemiz ekonomisinin kambiyo kontrol rejimini uyguladığı dönemler bazı sıkıntılı yıllardır ve bunlar döviz sorunu başta olmak üzere ekonomide büyüme, işsizlik ve gelir dağılımını olumsuz etkilerdi. Örnek vermek gerekirse 24 Ocak 1980 kararları, 5 Nisan 1994 kararları, 2001 Bankacılık krizlerinde ekonomi yeniden yapılandırılmış ve alınan önlemlerle bir süre sonra iyileşme görülse de yeniden sorunlar yaşanmıştır. 5 Nisan kararlarında döviz kurlarında denge ve döviz rezervlerinde bir yıl içinde yeniden sorun olmuş, 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ilk yıllarında brnzer biçimde başarılı olmuş ve 2008 Küresel Krizin ardından iç siyasal olayların da etkisiyle önce küçük çaplı ve durağan ve sonrasında döviz kurlarında büyük yükseliş ve ek olarak döviz rezervi sorunu meydana gelmiştir.
Kambiyo kontrol rejimi uygulandığı dönemde bu tür sorunlar büyük oranlı devalüasyonlar ve bağlı olarak da ekonomiyi sağlıklı duruma getirebilmek için bir ‘İstikrar Programı’ uygulanmıştır.
Günümüzde, ekonominin döviz sorunu olduğu konuyla ilgili çevrelerce kabul edilmektedir. Kimileri bu durumu üçlü açmaz hipotezine göre açıklamakta, (Hipoteze göre, sermayeleri serbestliği, sabit döviz kuru ve bağımsız para politikası aynı anda olmaz) siyasi çevreler ise Merkez Bankası’nın yeterli derecede bağımsız olmamasına bağlamakta, akademi dünyası küresel ekonomide ki dalgalanmaların etkili olduğunu ileri sürmekte, ekonomi yönetimi ise kur korumalı mevduat uygulaması ile sorunu çözme gayreti içinde sürekli yeni önlemler almaktadır.
“Döviz kuru ve resmi rezerv sorunu”nun böylesi hayati aşamada olduğu sürece durumun kambiyo kontrol rejimi açısından yorumlanması ne derece doğrudur? Yani “Türkiye Ekonomisi yeniden yarı kambiyo kontrol rejimine gidiyor” yaklaşımı gerçeği yansıtıyor mu?
Yukarıda belirtilen durum ve soruların yanıtı, 31 Mart 2023 günü Resmi Gazete’de yayımlanan 7016 sayılı 30 Mart 2023 günlü Cumhurbaşkanı kararında yer alıyor. Karar, döviz kurlarında bir günde büyük yükselişin yaşandığı Aralık 2021’deki olay üzerine çıkarılan “Mevduat ve Katılma Hesaplarının Kur Artışlarına karşı Denetlenmesine ilişkin Karar”da görülüyor. Kamuoyunun Kur Korumalı Mevduat (KKM) olarak bildiği bu olgu ile, gerçek ve tüzel kişilerin dövizlerini bozarak özel getiri sağlayan kur koruma hesaplarına yatırılması amaçlanmıştı. Hesaplara verilecek en yüksek faiz yüzde 11.5 iken, Resmi Gazete’de yayımlanan kararla 24 Mart tarihli haftada 3 aya kadar vadeli mevduata bankaların verdiği ortalama faiz yüzde 28.10’a yükselmiş bulunuyor. Ve de söz konusu 30 Mart 2023 tarihli kararla faiz de üst sınır da kaldırılmıştır.
Tüm gelişmeler Türkiye Ekonomisi’nde döviz sorununun varlığını gösteriyor. Kambiyo kontrol rejimine geri dönüşten söz edilebilmesi için 1567 sayılı Yasa’daki ve 32 sayılı Türk Parasını Kıymetini Koruma kararı ve ekleriyle bir çok mevzuatta düzenleme gereklidir.
Gözden ırak tutulması gereken birkaç hususda; katı kambiyo kurallarının uygulandığı 1923-1980 yıllarında DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat), vergi iadesi, katı kur uygulamaları ve garantisiz ticari borçların tasfiyesine dair kararların varlığıdır.
O nedenle KKM bir zorunluluktan doğmuş, kalıcı olmaması gereken bir uygulamadır.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 8 Nisan 2023
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/turkiyede-kambiyo-kontrolu-ve-kkm-hesaplari/689939
Ticaret Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) iş birliği ile oluşturulan geçen yılın (2022) dış ticaret verileri ile Turizm sektörünün aynı yıl döviz gelirleri ve beş yıllık beklentileri açıklandı.
‘Dış ticaret’ verileri konusunda gerçekleşmeler de kısmen iyi, kısmen de önemsenmesi gereken sonuçlar alındı:
“Yıl bazında ihracat, Ocak-Aralık 2022 döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 12.9 artarak 254 milyar 172 milyon dolara, ithalat da yüzde 34 artışla 363 milyar 711 milyon dolara ulaştı. Böylece dış ticaret hacmi de 617 milyar 883 milyon dolara yükseldi.
Dış ticaret açığı ise geçen yıl yüzde 137 artarak 109 milyar 539 milyon dolara yükselerek zirve yaptı. ‘İhracatın ithalatı karşılama oranı’ ise 2021’de yüzde 83 iken geçen yıl (2022) yüzde 69.9’a geriledi.”
Türkiye Ekonomisi dış ticaretindeki artışların en iyi yanı ihracatın artmasıdır. İthalattaki artışın olumsuz yansıması ise ihracatın döviz gelirlerinin ithalat döviz giderlerinin çok gerisinde kalmasıdır. Ancak, küresel ekonomideki Kovit-19 pandemisi, koruyucu ekonomi politikaları ve yerel savaşlara (Ukrayna-Rusya gibi..) ve resesyona karşın ihracattaki artış olumlu gelişmedir. Ne var ki, küresel ekonomide kırılganlıklar 2023 yılında da varlığını sürdürecek gibi görünüyor. IMF’nin bu hafta yayımladığı “Küresel Ekonomik Görünüm” Raporun’da (WEO-World Economic Outlook) 2023 yılına ilişkin küresel büyüme tahminini Gelişmiş Ekonomiler için (2022’de yüzde 2.7 idi) yüzde 1.2’ye revize edildi. Ayrıca IMF, gelişmiş ülkeler için 2024 büyüme beklentisini yüzde 0.2 aşağı yönlü revizyonla yüzde 1.4 olarak belirledi. Gelişmekte olan ülkeler için büyüme beklentilerini ise 2022, 23 ve 24 için sırasıyla yüzde 3.9, yüzde 4 ve yüzde 4.2 olarak açıkladı. Bu durum hem gelişmiş ve hem de gelişmekte ülkeler için önümüzdeki yılların zor geçeceğini göstermektedir.
Küresel ekonomiyle ilişkileri tartışmasız olan Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerinde ihracatındaki olumlu gelişme yetersiz kalabilir. O nedenle de diğer ekonomik sektör ve alanların verileri ile dış ticaret açığı, cari açık ve ithalat artışı gibi konularda çözümler üretilmelidir. Örneğin, dış ticaret açığı ve türevi olan ‘cari açık’, turizm ve diğer ticaret ile hizmet alanlarından elde edilen döviz gelirleri ile sorun olmaktan çıkabilir.
Bu konuda en çarpıcı örnek aynı gün TÜİK’in açıkladığı 2022 yılı turizm gelirleri ve ‘Turizmde 5 Yıllık Plan’ stratejisi verilebilir. İhracat artışı ile dış ticaret açığının açıklandığı gün Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2022 yılında turizmden 46 milyar 284 milyon dolar döviz geliri sağlandığını kamuoyu ile paylaştı. Böylece dış ticaret açığının hemen hemen yarısının turizm döviz gelirleri ile karşılandığı anlaşılmaktadır. Rekor döviz açığının diğer kısmı ise ülkemize yönelik döviz girdilerinden (Net Hata Noksan döviz girdileri, müteheahhitlik gelirleri, laleli piyasası, yabancılara gayrimenkul satışları ve AB ile ABD’nin Rusya’ya yönelik finansal ve ticari yaptırımlarının desteği ile..) beslenmektedir. Ülkemizde halen uygulanagelen döviz (kambiyo) mevzuatı da serbest döviz işlemlerine olanak sağlamaktadır. Son bir yılda serbest piyasada dengeli bir artışla işlem gören döviz kurları bu özel ortam ve koşulların sonucudur. Bu görüşün doğruluğunu uzun süredir yurttaşların ve tüzel kişilerin DTH (Döviz Tevdiat Hesapları)’larındaki 200 milyar dolarlık tutarın varlığı ile kanıtlamak olasıdır. (Bu tutarda döviz ülkenin toplam döviz borcunun yarısına yakın bir değerdir.)
Aslında dış ticaretten kaynaklanan 109 milyar dolarlık açığın finansmanında büyük katkıyı turizm sektöründen elde edilen dövizler yapmaktadır. Yine bugünlerde açıklanan turizm gelirlerinin verilere göre, 2022 yılında Türkiye’ye gelen 51 milyon 387 bin turistin harcamalarından elde edilen döviz 46 milyar 284 milyon 907 bin dolar.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı turizm sektöründe yıllık gelirleri açıklarken bir de ‘5 yıllık plan’ ile yeni hedefler belirlemiş. Bakan Ersoy’un açıkladığına göre, 2028’de 90 milyon turist ve 100 milyar dolar gelir hedefine ulaşmak için gelir odaklı çalışılacak. Açıklamada 2014-2022 yılı turizm gelirleri açıklanırken hedefin gerçekleşmesi için yapılacaklar da anlatılıyor. Örneğin, 11 Ekim 2022’de açıklanan Michelin Yıldızları uygulamasına beş şehir daha katılırken, nitelikli turist uygulaması, Amerika odaklı pazar gibi uygulamalara başlanacağı duyuruluyor. Bir önemli vurgu da, ‘krizlere bağışıklığın kazanıldığı’ konusu. Gerçektende anılan dönemde uluslararası her türlü jeopolitik risklere karşın tabloda görünen döviz gelirleri elde edilmiş bulunuluyor.
Yıllara Göre Turist Sayısı ve Turizm Gelirleri
Yıl | Turist Sayısı | Turizm Geliri |
2014 | 41.6 | 35.1 |
2015 | 41.1 | 32.5 |
2016 | 30.9 | 22.8 |
2017 | 38.0 | 27.0 |
2018 | 46.1 | 30.5 |
2019 | 51.8 | 38.9 |
2020 | 16.0 | 14.8 |
2021 | 30.0 | 30.2 |
2022 | 51.4 | 46.3 |
Ticaret Bakanlığının 2 Şubat günü açıkladığı verilere göre ise ocak ayında dış ticaretimiz yeni bir rekorla aylık 14.4 milyar dolar oldu. Bu durumda Turizm Bakanlığının 2028 hedefinin varlığı ile 2022 yılı ticaret açığının karşılanması mümkün değil. O nedenle de ülkemiz dış ticaret açığının uygulanacak stratejik planlar ve önlemlerle azaltılması için yeni uygulama ve ekosistemler hayata geçirilmesi gerekiyor. Geçen yıl olağanüstü koşullardan kaynaklanan döviz girdileri (Ukrayna-Rusya Savaşı) her zaman var olmayabilir. Turizmde hedef gerçekleşmiş bile olsa ülkemizin döviz ihtiyacını karşılama konusunda yeterli olamayacaktır. Turizmde, 5 yıllık hedefin, oluşacak dış ticaret açıklarını karşılamasını ve kapatmasını ileri sürmek çok iyimser bir yaklaşımdır. Bakanlık tarafından açıklanan 2028 yılı toplam turizm geliri (100 Milyar dolar) 2022’de bile 109 milyar dolarlık dış ticaret açığını yüzde 100 karşılayamıyor. Öyleyse beş yıl sonra ocak ayının dış ticaret açığına göre yapılacak hesaplama ile 300 milyar dolar olacak (Belki çok daha fazla) dış ticaret açığı nasıl karşılanacaktır?
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 4 Mart 2023
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/turkiye-ekonomisinde-2022-dis-ticareti-ve-turizm-sektoru/685126#:~:text=%E2%80%9CY%C4%B1l%20baz%C4%B1nda%20ihracat%2C%20Ocak%2D,milyar%20883%20milyon%20dolara%20y%C3%BCkseldi.
Çin’in Wuhan kentinden başlayarak dünyaya yayılan Covid 19 salgını bu günlerde 2. yaşını tamamlıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 13 Ocak 2020’de tanımladığı pandemi, hem ekonomik hem sosyal sorunlara hem de milyonların ölümüne neden oldu. İki yıllık dönemde önceleri fırsat gibi görünen Covid, sonradan dünya ekonomisini krizin eşiğine getirdi. Bu yorumun nedeni iki yıl kapanmalar nedeniyle online çalışma ve ticaretin getirdiği avantajlardı. Aynı süreçte dünyanın en zenginleri (Bill Gates, Elon Musk, Mark Zuckerberg ve Jeff Bezos gibi) servetlerini yüzde 30-35 arttırdılar. Ancak bir yıl sonra işler tersine gelişti ve dijital ekonomi 2022’de aynı başarıyı yakalayamadı.
Salgının etkisiyle sanayi, ticaret ve sosyal yaşamda oluşan değişim ile dünya ekonomisi ve sosyal aktiviteler yeni bir yapıya evrildi. Bu dönem dünya ekonomilerinde son 35 yılın en yüksek enflasyonuna neden olurken 2023 için öngörüler karamsar bir tabloya döndü. Dünyayı yöneten kurumların yetkin kişileri ülkelerinin ve komşularının kesinlikle resesyona gireceği tahmininde bulundular. Bu kişiler arasında IMF başkanı Georgieva, Bünya Bankası Başkanı David Malpass, ABD’nin akademisyen Hazine Bakanı Janet Yellen ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı C. Lagarde sayılabilir. Ayrıca dünyanın en güçlü ekonomik ve sosyal oluşumu G20’nin yıllık toplantılarında resesyon gündemde yer almaktadır. Söz konusu kişiler bu sorunun çözümü için ülke merkez bankaları ve kalkınma bankalarının desteğini önermektedir. Özetle 2023 yılının küresel ekonomi için zor geçeceği anlaşılmaktadır.
Dünyanın sorunu Covid’e bağlı olarak görünmese de gıda krizi ile iklim krizidir. Gerek sağlık problemleri ve gerekse mali yetersizliklerden dolayı beslenme ve gıda tedariği özellikle gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerin temel sorunudur. Bölgesel bir savaş olsa da Ukrayna-Rusya anlaşmazlığı bile ‘tahıl krizi’ne neden olmuş ve Türkiye’nin katkılarıyla kısmen çözümlenebilmiştir. İklim felaketleri ise insanlardan çok tahıl üretimini etkileyerek gelecekte çok daha büyük sorunların habercisidir. ABD gibi bu konuda mali gücü yüksek ülkeye 2022 iklim felaketlerinin faturası 2 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor. Bu konuda dünya nüfusunun 8 milyara ulaşması bir başka büyük tehlikedir. Sanayileşme ve kirliliğin yanısıra artan nüfusunun dünyanın geleceğini tehdit ettiği birçok bilim insanının öngörüsüdür. O nedenle de ekonomik ve sosyal politikaların yanısıra çevre konusunda dünyanın geleceğine göre planlanması ülkelerin gündemindedir.
Yeni yıla girerken 2022’nin karamsar tablosu içinde 85 milyonluk nüfusu ve yüzde 85 enflasyonu ile oldukça yüksek dış borç ve cari açığı ile Türkiye’nin de bazı konuları gündeme alarak çözümler üretmesi yaşamsaldır. Cumhuriyetimizin 100. Yılını yaşayacağımız 2023 yılında, varolan sorunları gözardı etmeden, yeni konulara odaklanarak ülkemizin sorunlarına çözüm üretmek gerekiyor. Kısaca özetlenirse, artan nüfusumuz, enflasyon ve sonucu olan pahalılık ile beslenme, ekonomide yeni yatırımlar, milli gelirimizin yetersizliği ile dış borçlar ile cari açığımız temel sorunlarımızı oluşturuyor. Türkiye Cumhuriyeti yüzyıllık birikim ve deneyimi ile tüm bu sorunların üstesinden gelebilecek güce sahiptir. Bu konuda 2022 yılının bize sağladığı bazı avantajları kalıcı olarak değerlendirmemek gerekiyor.
Örneğin, ülkemizin ‘cari açık’ sorunu elli yıldır var ve temelden çözümlenememiştir. Bu yıl Ukrayna-Rusya krizi ile Ortadoğu’daki gelişmelerle ülkemize döviz girişi (Net Hata Noksan kaleminden) 30 milyar dolara yaklaşmıştır. Bunda ABD ve AB’nin Ruslara yaptırımları nedeniyle Türkiye’ye sığınmaları, Arap sermayesinin Türkiye’ye ilgisi ve taahhüt sektörünün dünya çapında (Rönesans Holding gibi) başarıları ile krize rağmen ihracatın aksamamasının büyük etkisi var. Ancak yukarıda değinildiği gibi bölgesel krizlerin sona ermesi ve Batı ekonomilerindeki resesyon döviz girdilerini olumsuz etkileyebilir. Bu yılın sürekli revize edilen turizm gelirlerinin 46 milyar dolar hedefine çıkarılması da bu konjönktürün etkisiyle olmuştur. Galataport’un işletmeye açılması ve Michelin Yıldızı uygulamasının 11 Ekim 2022’de başlaması ile lüks turizmin Türkiye’nin turizm gelirlerine (Gastronomi turistleri ile) önümüzdeki yıldan itibaren büyük ivme kazandıracaktır. Son dönemde yavaşlasa da yabancı gayrimenkul satışları sürüyor. Her ne kadar Devlet bütçesine yük olsa da çeşitli ülke göçmenlerinin 10 milyona yükseldiği ileri sürülmektedir. Yabancı yetişmiş insan gücü de ekonominin kaynaklarındandır. Bu konuda bir tehlike, yazılım konusunda yetişmiş 40 bin gencimizin yurtdışına göç ettiği ise bizim kayıplarımızdandır. Özetle 2023 yılında Dünyadaki ekonomik ve sosyal olumsuzlukların ülkemizi etkilemesi kaçınılmazdır. Yapılması gereken tüm kurumlarımızın ayrıntılı analiz ve çözümler üretmesidir. Ekonomik ve sosyal aktiviteler kendi içinde çelişkileri barındırmaktadır.
Dünyada böylesine sorunların yaşandığı bir dönemde dünya zenginleri bilişim ve dijital ticareten ‘Milyarderler Listesini’ oluştururken 2022 yılında listeye lüks ticaretten zengin olan bir kişi girdi: Bernard Arnault. Louis Vuitton Moet Hennessy (LVMH) adlı Fransız şirketinin sahibi Elon Musk’ı geçerek Dünya Milyarderler Listesi’nin ilk sırasında; enflasyon, resesyon, gıda krizi ve iklim felaketleri arasında birinciliği aldı.
Cumhuriyetimizin yüz yıl öncesi mucizevi bir olaydı (1923), neden yenisi olmasın?
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 7 Ocak 2023
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/dunya-yeni-yila-girerken-turkiye/679059
Gazetemizin 29 Ekim 2022 günki nüshasında yayımlanan “Küresel Ekonomide Gelişmeler ve Türkiye” başlıklı makalemizde, dünya ekonomisinde yaşanan olumsuz gelişmeleri özetleyerek, enflasyon, büyüme ve gelir dağılımda 2023 yılının zor geçeceğini vurgulamıştık. Ülkemiz ekonomisine etkilerinin başında da ihracat artışımızın yetersiz gelişeceği tehlikesine değinmiştik. Hatta anılan yazımızın bir paragrafında bir de durum tespiti yer alıyordu:
“Bu durumun ülkemize yansıması sonucu ihracatımızın artış hızını sürdürmesinin zor olduğu anlaşılıyor. Ticaret Bakanlığı’da 4. çeyrekte ihracat beklentisinde gerileme olabilir (-11 puan)’ yorumu ile bu hususu doğrulamış bulunuyor. O nedenle yılın herhangi bir ay’ı için rekor büyüklük açıklaması ekonominin hep böyle süreceği anlamını taşımayabilir.”
Gerçekte de Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) Aralık ayının ilk günlerinde ki açıklaması bu görüşümüzü doğrular niteliğinde. İhracatımızda ki artışın arkasında, dış ticaret yaptığımız majör ülkelerin düşük alımlar yaptığı TİM’in web sayfasında yer aldı.
“Türkiye 21.9 milyar dolar ile en yüksek Kasım ayı ihracatını gerçekleştirdi. İhracat Ocak-Kasım döneminde 231 milyar doları, son 12 ayda ise 253 milyar doları aştı. Otomotiv 2.9 milyar dolar ile Kasım ayında en fazla ihracat gerçekleştiren sektör oldu.”(Cip krizi başta olmak üzere bizde ve dünyada otomabil satışlarının düştüğü de bir gerçek)
Kasım ayına ait veriler ve yorumun doğruluğunun yanısıra ihracatla ilgili bazı veriler ile sektörel ve ürün bilgilerinin de gözlenmesinde yarar var.
En fazla ihracat yapılan ilk on ülke sıralamasında durum aşağıdaki gibidir:
Ülke (Bin $) | 2021 1-30 Kasım | 2022 1-30 Kasım | Değişim (%) |
ALMANYA | 1.615476 | 1.560.784 | -3.4 |
ABD | 1.189.582 | 1.221.342 | 2.7 |
IRAK | 960.232 | 1.003.930 | 4.6 |
İTALYA | 1.034.399 | 997.640 | -3.6 |
BİRLEŞİK KRALLIK | 1.438.074 | 978.442 | -31.5 |
RUSYA FEDERASYONU | 495.268 | 930.917 | 87.9 |
FRANSA | 751.148 | 730.693 | -2.7 |
İSPANYA | 822.447 | 689.685 | -16.1 |
HOLLANDA | 566.674 | 599.429 | 5.8 |
İSRAİL | 591.848 | 539.356 | -8.9 |
TİM’in ‘en yüksek artışı elde edilen ilk on ülkesi yüzde binlerle ifade edilen artışlar gerçekleştiren,
St. Vincent ve Gradanides, Andorra, St. Lucia, Eritre, Burundi, Barbados ve Vanuatu gibi ülkelerdir. Anılan ülkelerin ihracatları ise 3 bin dolardan başyalan ve 780 bin dolara kadar yükselen küçük miktarlardadır. O nedenle aylık ihracat içinde ağırlığı olmayan ülkelerdir. Oysa Almanya ve ABD ülkemizin her ay milyar doların üzerinde ihracat yaptığı büyük ülkelerdir.
İhrcatın en fazla yapıldığı ülkeler tablosunun bir diğer anlamlı yorumu, Kasım ayında ihracatı düşen ülkeler arasında Almanya, İtalya, Birleşik Krallık (Eski AB üyesi), Fransa ve İspanya gibi Avrupa ülkesi ülkelerin bulunmasıdır. Anılan ülkeler ihracatımızın ilk onu içinde yer alan aylık milyar dolarlık Türkiye’den ithalat yapan ülkelerdir. Ancak gerek AB, Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve diğer uluslararası kuruluşlar, AB için 2023 yılında enflasyon sorununun yanısıra ‘resesyon’ ve düşük büyüme tahmininde bulunuyor. Örneğin, Brüksel’deki AB Komisyonu yetkilileri Euro Bölgesi’nin 2023 büyüme tahminini yüzde 1.4’ten yüzde 0.3’e düşürdü. Bu yıl için tahminler ise ekonominin beklentilerden daha iyi performans göstermesi nedeniyle yüzde 3.2’ye yükseltildi. (11 Kasım 2022) Komisyon 2023 yılında AB’de en büyük daralmanın İşveç ve Almanya ekonomilerinde gerçekleşeceği tahminini paylaştı.Komisyon aynı zamanda; “yüksek belirsizlikler, yüksek enerji fiyatları, hane halkının alım gücünde azalma, zayıf dış koşullar ve sıkı finansal koşulların birçok AB ve Euro Bölgesi üyesi ekonomiyi resesyona sürüklenmesi bekleniyor”, ifadelerini kullandı.
Türk Ekonomisi’nin en büyük ve önemli dış ticaret ortaklarının başında AB ve dolayısı ile de birliğin en güçlü üyesi Almanya (Zengin ve sanayileşmiş ülkesidir) ekonomisi gelmektedir. Uzun yıllardır AB toplam ihracatımızın yüzde 40-45’ini oluşturmaktadır. Birliğin en güçlü ekonomisi Almanya’nın Türkiye’den yaptığı ihracata 2020,2021 ve 2022 (tahmini) yıllarında birinci sıradadır. Sonuç olarak, Kasım 2022’den başlayarak ihracatta birinci sıraya karşılık düşüşler yaşanmaya başlamasının yorumu anlam kazanmaktadır. Özetle, AB ve dünyada yaşanan ekonomik gelişmeler 2023 yılında ihracatta oldukça önemli etkilerle karşılaşmanın olası olduğu sonucuna varılmaktadır.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 17 Aralık 2022
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/turkiye-ihracatinda-olasi-riskler-ve-gelismeler/677210
Dünya ekonomisinde küreselleşme 1800’lerden başlayarak liberal/kapitalist ekonomi döneminden günümüze kadar gelişimini sürdürmüştür. Önceleri iletişim, ulaşım ve teknolojik yapıya bağlı olarak gelişimini uzun süreçlerde gerçekleştirmiştir. İki büyük savaş küreselleşmeyi yavaşlatmış ama İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra teknolojik yeniliklerden beslenen hızlı bir dönem başlamıştır. Önce uluslararası kuruluşlar (Dünya Bankası, IMF), örgütlenmeler (Dünya Ticaret Örgütü ve AB gibi) ve anlaşmalar bu dönemin destekleyicisi olmuştur. Daha küçük ölçekli oluşumların (G7’den G20’ye örgütlenme) da katkılarıyla toplam küresel GSYH 100 trilyon dolara ulaşmıştır.
Ancak 2008 ‘Küresel Kredi Krizi’ sonrası oluşan sorunlarla (Bunların küresel ekonomiye etki alanları arasında; büyüme, gelir dağılımı, kredi piyasaları, değerli ABD Doları, dünya gıda krizi, iklim değişikliği, bölgesel anlaşmazlıklar ve Çin’in ABD ile yarışı gibi konular sayılabilir.) yeni bir sürece girildiği anlaşılıyor. Hele son üç yılda COVID-19 pandemisi ve Ukrayna-Rusya bölgesel savaşı, dünya ekonomisinde enerjiyi de gündeme taşımış bulunuyor. (Alman halkının önümüzdeki kış için ormanlardan odun toplamaya başlamasıyla trajik bir tablo oluşmuş durumda.)
Özetle küresel ekonomide dengenin bozulduğu bir gerçek. Sorunların ise dünya ekonomi gündemini oluşturduğu bu ortamın devlet yöneticilerini kaçınılmaz şekilde etkilediği ve karamsarlık havası oluşturduğu anlaşılıyor. Ellili yıllardan itibaren dünyaya açılan ve kimi zaman karma ekonomi politikası uygulasa da küresel ekonominin bir üyesi olan Türkiye Ekonomisi söz konusu olumsuzluklardan etkilenmektedir.
Son yıllarda büyüme oranının yüksekliği ve ihracatta büyümenin etkisiyle konumu güçlü olsa da -aşağıda değinilecek konularda- ekonomi yönetiminin çok doğru ve bilimsel kararlar alması gerek.
Dünya genelinde bu konuya ilk dikkat çeken Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Georgieva oldu. Başkan, “Küresel resesyon riskleri artıyor” derken uzmanlar 2026’ya kadar küresel gelirde 4 trilyon gerileme olacağını görüşünde birleşiyor.
Akademik dünyadan gelen ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, “Kalkınma bankaları ekonomilere destek vermeli” diyerek küresel ekonomide daralmanın tehlikesini gündeme taşımış bulunuyor.
Kimi ekonomistlere göreyse, iklimle birlikte küresel risk olan gıda da fiyatların gerilemesine karşın (-1.1) açlık krizi sürüyor. Dünya Bankası Yoksulluk ve Refah Raporu 2022’ye göre, 2030 yılına kadar aşırı yoksulluğu sona erdirme konusundaki hedeflere ulaşılmayacağı ve pandeminin küresel yoksulluğu azaltma çabalarına en büyük darbeyi vurduğu belirtiliyor.
Bu durum üretimin yetersizliğinin yanı sıra talepte de azalma ve sonuç da ekonomilerde resesyon demektir. Dünya Bankası’nın raporunda 2030’a kadar çoğu Afrika olmak üzere yaklaşık 600 milyon kişinin hala günlük 2.15 dolardan az parayla yaşıyor olacağı vurgulanıyor. Rapor ayrıca mali bir müdahale olmaması durumunda gelişmekte olan ekonomilerdeki ortalama yoksulluk oranının 24 puan daha fazla olabileceği belirtiliyor. Dünya Bankası Başkanı David Malpass, makro-ekonomik politikalarda düzenlemelere ihtiyaç olduğunu vurgulayarak, küresel sermayenin dağılımını iyileştirmeye, para birimi istikrarını desteklemeye, enflasyonu düşürmeye dikkat çekiyor.
Küresel ekonomiyi yöneten kuruluşların bu yaklaşımları pandeminin ardından Ukrayna-Rusya savaşı ile gün yüzüne çıkmış bulunuyor. Birçok ülke enflasyonu için yapılan açıklamalarda son 20-30 yılın en yükseği değerlendirilmesi yapılıyor. Arkasından da ülke merkez bankaları faizlerini arttırıyor. Bu sonuç ‘resesyon’ yani daha az sanayi ve ticaret ile likidite sıkıntısı demektir.
Bu durumun ülkemize yansıması sonucu, ihracatımızın artış hızını sürdürmesinin zor olduğu anlaşılıyor. Ticaret Bakanlığımız da “4. Çeyrekte ihracat beklentisinde gerileme olabilir (-11 puan)” yorumu ile bu hususu doğrulamış bulunuyor. O nedenle yılın herhangi bir ayı için rekor büyüklük açıklaması ekonominin hep böyle süreceği anlamını taşımayabilir.
Küresel ekonomide gelişmelerin Türkiye ekonomisine etkileri dikkatle izlenerek kararlar almak gerekli. Çünkü kırılgan bir yapımız (cari açık, gelir dağılımı ve enflasyon gibi.) var. Küresel ekonominin bir üyesi olan Türkiye’yi dünyadan soyutlamak mümkün olmadığına göre olası küresel tehlikelere karşı biz de önlemler almalıyız.
Bu arada, büyüme tahmini üzerine açıklamalar yapan uluslararası yatırım ve derecelendirme kuruluşları (S&P gibi..) (1) iyimser açıklamaları ekonomi yönetiminin disiplinli ve kararlı politikalarını etkilememelidir. Bugün itibari ile (11 Ekim) açıklanan cari açık (40 milyar Dolar yıllık açık) rakamı en güzel uyarı mesajı kabul edilmelidir.
(1) Standar&Poor’s (S&P), Türkiye’nin büyüme tahmini 1.7 puan artırarak 5.2’ye revize etmesini ikinci çeyrek büyümesi ile kış aylarına kadar sürmesi beklenen turizm sektörünün güçlü performans sergilemesi gösterildi.
Yayın Yer: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 29 Ekim 2022
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kuresel-ekonomide-gelismeler-ve-turkiye/673058
Ülke ekonomilerinin makroekonomik göstergelerinden olan ‘cari açık’, ödemeler dengesinin en önemli kalemlerindendir. Ekonominin döviz gelirleri (kazanımları) ile döviz giderleri (harcamaları) arasındaki dengeyi (açık/fazla) sonuç olarak ifade eder. İktisat Bilimi’ne göre ise açık, ekonominin döviz bütçesinin sonucudur. Önemi ise cari denge açık verdiği durumlarda döviz gelirlerinden fazla harcamaktır. Ki bu durum hem ekonominin gücünün zayıfladığı ve hem de ekonomik aktivitelerin sorunlu olduğu anlamı taşır. Ticaret ve sanayinin işlemesi ve ülke para ve sermaye piyasaların pozitif işleyişini sürdürmesi için kısa vadede ‘borçlanma’ ve uzun vadede döviz gelirini arttıran alanlarda yatırım politikalarının devreye girmesi demektir. Borçlanmanın maliyetinin yükselmesi ise ayrı bir konudur.
Türkiye ekonomisinin ilk altı aylık ödemeler dengesi verilerine göre; “dış ticaret açığı yıllık bazda yüzde 184.5 genişleyen dış ticaret açığının da etkisiyle ‘cari açık’ 32.7 milyar dolar ve Haziran ayı olarak da beklentilerin üzerinde 3.4 milyara ulaştı. Böylece 2021’den bu yana en yüksek düzeyine ulaştı. Cari açıktaki genişlemede enerji ve parasal olmayan altın ithalatındaki yükseliş önemli oldu.
Cari açıktaki bu yükseliş her yıl uluslararası piyasadan döviz borçlanma gereği olan Türkiye Ekonomisi için olumsuz veri ve gelişme anlamındadır. Kamu ve özel sektörün uluslararası piyasalardan milyarlarca dolar borçlanması gerekliliğidir. Borçlanmanın maliyeti ise ekonominin gücü ve ekonomik göstergelerin sağlamlığı ölçüsünde yüksek yada düşük belirleniyor. Bu açıdan da çok önemlidir.
Uluslararası piyasalardan borçlanma sırasında ülke parasının gücünden başlayarak ihracat, turizm, sermaye gelirleri gibi birçok parametre gözönüne alınarak borçlanmanın maliyeti belirleniyor. Cari açığın büyüklüğü ve geçmiş yıllardaki ödeme kapasitesine bakılarak CDS (Kredi Risk Primi) primi belirleniyor. Kuşkusuz ekonominin genel durumu bile önemli ve dikkate alınıyor. Kısaca ülke borcunu ödemediğinde telafi için ödenecek (kasko gibi) öncelikli garanti anlamına gelir. Geçtiğimiz günlerde söz konusu CDS primi 900’lü puanlara kadar yükselmişti. Geçen hafta döviz rezervlerinden başlayarak bir çok parametredeki iyileşme ile 600’lü rakamlara kadar geriledi.
Ancak uluslararası sermaye piyasalarında 250’nin üstünde CDS primi o ülke ekonomisinin güçsüzlüğe aday olduğunu göstermektedir. O nedenle CDS priminin 900’den 600’lere gerilemesi hiç de sevinilecek bir durum değildir. Üstelik döviz rezervlerindeki brüt 7.4 milyar dolarlık artış ile 198.6 milyara yükselen TL döviz rezervi ile -54 milyar swap borçlanmasını göz ardı edemezsiniz.
Bir diğer yanıltıcı gelişme ise net hata ve noksan kaleminde iyileşmeler. Aslında cari açığı finanse eden -yatırımlara bağlı olmadan- döviz kazandırıcı ödemeler dengesi kalemidir net hata noksan. Ancak kaynağı süreklilik içermeyen dövizli işlemlerdir. (Bavul ticareti, kayıt dışı döviz gelirleri, işçi dövizleri vb..) Döviz bütçesinin asıl güçlü kalemleri ihracat, doğrudan yabancı yatırımlar ve turizm’dir. Bunların ülke ve uluslararası para ve sermaye piyasalar ile ticarette olumlu havayla ülkeye katkı sağlarlar. Örneğin, son dönemde net hata ve noksan gelirlerinin artmasında Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle özellikle Rusların Türkiye’ye yönelik para hareketlerinin rolü çok fazladır. Keza Batı’nın ambargosu nedeniyle Ruslar’ın Batı’ya seyehatlari İstanbul Havalimanı aracılığı ile yapılabiliyor. Zengin oligarkların yatları Bodrum’da konuşlanıp ekonomiye katkı sağlıyorlar. Tüm bunların değerlendirilmesi sonucu Dünya Turizm Örgütü Türkiye’yi “Turizm güçlü şekilde geri dönüyor” diye değerlendiriyor. Ekonomide iyileşmelerin sonuçları döviz gelirlerine yansıdığında ödemeler dengesi de iyileşme de görülebilecektir.
Türkiye ekonomisindeki olumlu gelişmelerin parametrelere yansıması sadece içerde yaşanan iyileşmelerle değil, uluslararası piyasalarda Türkiye’ye yönelik değerlendirmeler sonucunda belirlenir. Yazımızın önceki satırlarında değinilen konulara karşın Uluslararası Derecelendirme Kuruluşu Moody’s haftanın ilk günü Türkiye’nin kredi notunu B2’den B3’e indirdi ve ekonominin kredi görünümünü de negatiften durağana indirdi. Bunun anlamı cari açık konusunda da CDS primlerinde de iyileşmeler sürmesi gerekli ve ödenen dış borçlanmanın maliyeti de buna bağlı.
O nedenle sınırlı ekonomik ve finansal başarılarla ekonomik gücü yükseltmek mümkün değildir.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 3 Eylül 2022
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/cari-acik-mi-cds-primimi-onemli/667895
Türkiye Ekonomisi makro göstergelerinde; döviz borcu, enflasyon, cari açık ve döviz kurlarındaki yükselme gibi olumsuzluklara karşın alt göstergelerden turizm gelirlerinde olumlu gelişmeler yaşanıyor. Kimi ekonomistlere göre – özellikler gelişmekte olan ülkelerde “cari açığın ilacı” olarak değrlendirilen turizm – 2022’nin ilk çeyreğinde umut veren ilerleme göstermiş bulunuyor.
Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü (UNWTO)’ne göre, dünyada 2022’nin ilk üç ayında 3 kat fazla seyahat yapıldı, uluslararası turizm bir önceki yıla göre yüzde 182 artış gösterdi ve ilk çeyrekte seyahat perakendesi iyi performans gösterdi. Avrupa 2021 yılı ilk çeyreğine göre 4 kat fazla ziyaretçi ağırladı ve uluslararası turizm gelirleri 602 milyar dolar olarak gerçekleşti. Turistlerin yaptığı alışverişlerde ön plana çılan iki ülke ise Türkiye ve Yunanistan oldu.[1]
Türkiye’ye ilişkin dünyadan haberin öncesinde 11 Haziran günü Milliyet Gazetesi’nin Hanife Baş imzalı haber, iç turizmde benzer gelişmeyi kamuoyuna duyurmuştu:[2] Bir gayrimenkul ve yönetim firmasının turizmde 2022 yılı ilk çeyrek değerlendirmesinde, “Yılın ilk 4 ayında Türkiye’nin turizmden elde ettiği gelirlerin yüzde 26’sı turistlerin perakende harcamalarından oluşuyor. Bu harcamalar 2019’la kıyaslandığında perakende sektöründe geliştirilen stratejilerinde etkisiyle yüzde 28 oranında kayda değer bir artış görüldü. Ayakkabı, hediyelik eşya gibi ürünler yüzde 28 paya sahip. Yeme içmenin payı ise yine 2019’a göre yüzde 16 artışla yüzde 21’e çıktı” denildi.
Ayrıca haberin bir bölümünde bu durum şöyle özetlendi:
“… AVM’lerde Türkçe konuşanı bulmak zor… alışverişlerde turist oranı yüzde 60’lara çıkıyor… her alanda alışveriş var, yeme içme de arttı…”
Aslında ayın ilk günlerinde Hürriyet Gazetesinde “CİRONUN YÜZDE 50’Sİ TURİSTTEN” başlıklı yazı daha öncesinde sektördeki bu gelişmeyi bir toplantı sırasında belirlemişti:[3] ‘Perakandeciler Yükselen Turist Sayısından Memnun’ manşetli yazarın kısaca sektörü tanımlayan yorumu şöyleydi:
“Bu yıl 21’incisi düzenlenen Perakende Günleri’nde enflasyonun perakende sektörüne etkileri ve canlanan turizmin avantajları ön plana çıktı. Bazı AVM’lerde ciroların yüzde 50’sinden fazlasının turistlerden geldiği belirten sektör temsilcileri, ‘Turizm çok canlı geçiyor. Ayrıca marka çeşitliliği sağlanarak, turizme hitap edecek markaların çoğalması da büyük önem taşıyor.’”
Tanıtım toplantısında Tescilli Markalar Derneği (TMD)’nden İzzet Stamati “Pandemi sonrası turistlerin Türkiye’ye ilgisinin ve kur avantajının değerlendirilmesi gerektiğine” ve Ev Dışı Tüketim Tedarikçileri Derneği (ETÜDER) Başkanı Melih Şahinöz de “… iyi olan şey turizm de yeme içme sektöründe hareketliliğin devam ediyor olması…” vurgusunu yaptılar.
Turizmin yan sektör temsilcileri de daha sonra Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) tarafından belirlenen tesbitleri gözlemlemişlerdi. Meslek kuruluşları ise yakın ilgileri ile geleceğin daha iyi olmasına çalışıyorlar. Bunun anlamı, turizmin döviz gelirlerinin eskiye göre daha iyi olacağıdır.
Her ne kadar dünyada pandeminin son döneminde ek olarak Ukrayna-Rusya Savaşı ile kırılganlıklar sürmesi turizmi olumsuz etkiliyorsa da ülkemize yansıması bazı avantajları yanında getirmiş bulunuyor. Bunun en güzel örneği Rus oligarkların süper lüks yatlarının Türkiye’de limanlarda konuşlanması.[4] Yine Hürriyet’ten Fatih Çekirge’nin haberine göre; Abramoviç’in iki dev yatı Batı’nın yaptırımları nedeniyle Türkiye’ye geldi. My Polaris adlı yatın değeri 500 milyon dolar ve diğeri Eclipse ise 1.2 milyar dolar değerinde. Onlarca çalışanı olan söz konusu yatların günlük 10 bin Sterlin liman ve kumanya ödemeleri turizm geliri olarak üzlkemizin kazancını oluşturuyor. Yapılan harcamalar turizm gelirleri beyanı zorunlu olmadığından ödemeler dengesinin net hata noksan kalemi içinde yer almaktadır. Döviz gelirlerimizi olumlu katkı yapacaklardır.
Turizm sektöründe bir başka olumlu gelişme de 2022 yılı başından itibaren kruvazyer turizmin yeniden ivme kazanmış olmasıdır. Dünyanın en fazla harcama yapan turistlerine hizmet veren bu turizm, pandemi ve bazı nedenlerle son iki yıl yok denecek kadar azdı. Ancak dünya turizm pazarına çok prestijli bir giriş yapan Galataport’un yardımıyla yılın tümünü kapsayan kruvazyer turizmi hergün biraz daha yoğunlaşıyor. Üstelik İstanbul ve Kuşadası ile sınırlı olan programlarına yolcu alımı ve değişimine daha küçük limanlar ve Ege ilçeleri de katıldı. Bu konuda Bodrum Belediye Başkanı’nın 6 Mayıs tarihli Milliyette yer alan demeci yeteri açıklıkta.[5] Başkan Aras’ın açıklaması şöyle:
“… 2022 turizm sezonunuyla ilgili öngörülerimiz doğrultusunda önemli veriler elde ediyoruz. Mesela bu sene 200 kruvazyer gemisi gelecek Bodrum’a… Kruvazyerle gelen misafirlerimiz Bodrum Ekonomisi’ne önemli katkılar sunuyor. Kruvazyer turizmi gerek gelir seviyesi gerek harcama potansiyeli ve gerekse bıraktığı katma değeri ile yüksek düzeyde bir kitleyi oluşturuyor… Dünyadan uçak seferleriyle de misafirlerimiz Bodrum’un eşsiz güzelliklerini görmeye gelecek.”
Belirtilen meslek kuruluşlarının öngörüleri ve UNWTO’nun verileri Türkiye’nin yılın ilk aylarında turizm gelirlerini olağandan fazla sağladığını gösteriyor. Dikkat edilirse medyada yer alan haberler kitle turizmi ile ilgili olmayıp ‘alternatif turizm’ alanlarıdır. Alternatif turizm ise turizm gelirlerinin en yüksek olduğu alt sektörlerdir. Yat turizmi, yat hizmetleri, kruvazyer turizmi, sağlık ve gastronomi bunların başlıcalarıdır. Örneğin, Türkiye kitle turizminden 2021 yılında 834 dolar kazanırken dünyada bu rakam 1500 dolardı. Tüm bu gelişmeler ve veriler yeni ve olağanüstü bir sorun oluşturmazsa 2022’nin turizmde ‘özel bir yıl’ olacağını ifade ediyor.
Ekonomimizin, makro dengesi bakımından, böylesi bir döviz kaynağına gereksinimi vardır. Çünkü ilk dört ayın (Nisan 2022) yıllıklandırılmış cari açığı 25.710 milyon ABD doları olmuştur. Geçen ayın dış ticaret açığı da yüksek olduğuna göre yılın bu anlamda iyi geçmesi beklenebilemez. O nedenle de ekonomimizin turizm döviz gelirlerine gereksinimi ortadadır. Cari açığın turizm döviz gelirleriyle finanse edilmesi ise ekonominin sağlıklı ve güvenli işlemesi demektir. Yeterli döviz gelir ve tasarrufu (rezervi) olmayan Türk ekonomisi döviz bütçesi açığını uluslararası piyasalardan yürütmektedir. Ekonomik göstergelerde olumsuz koşullar var olduğunda borçlanma zorlanmakta ve maliyeti de artmaktadır.
Tüm bu nedenlerle turizm gerçekten de ekonomistlerin deyimi ile “cari açık ilacı”dır. Kamu ve özel sektörün döviz borcunun varlığı bir gerçektir. Kısacası borç servisinin iyi ve kolay yürütülmesinde turizm döviz gelirleri önemli bir rol üstlenmektedir.
Üstelik turizm gelirlerinin ve cari açığın finansmanı bir çok ilgili parametreyi de etkilemektedir. Kolay ve ucuz borçlanmanın olabilmesi CDS ve priminin düşüklüğü ile sağlanabiliyor. Credit Default Swap (CDS) aslında bir sigortalama işlemi ama primi ekonominin temel göstergelerine göre hesaplanıyor. Primin 300 puanın üstünde olması ekonominin zayıfladığını gösteriyor. Bir süredir 700 puanın üzerinde olan CDS primimize cari açık en olumsuz etkiyi yapan etmenlerdendir. O nedenle de turizm döviz gelirlerinin cari açık ilişkisi ve olumlu katkısı Türkiye ekonomisinin yaşamsal sorunlarından birisidir ve iyiye gidişi ile ülke ekonomisine katkıda bulunacaktır.
[1] Gamze ŞENER, Hürriyet, “Hem Tatil Hem Alışveriş” haberi, 14 haziran 2022
[2] Hanife BAŞ, Milliyet, “Aliverişte Turist Berekti”, 11 Haziran 2022
[3] Gamze Şener, Hürriyet, “Cironun Yüzde 50’si Turistten”. 2 Haziran 2022
[4] Fatih ÇEKİRGE, Hürriyet, “Milyar Dolarlık Kovalamaca Bodrum’da Kriz Yarattı”, 12 Haziran 2022
[5] Eren AKA, Milliyet, “200 Kruvazyer Gemisi Gelecek”, 6 Mayıs 2022
Türkiye ekonomisinin aylık ve yıllık enflasyon rakamları her ayın 3. günü TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından açıklanmaktadır. Bayram ve tatil günleri nedeniyle bir sonraki ilk iş gününe ertelenme dışında açıklama günü 3. gündür. Nisan verileri Şeker Bayramı nedeniyle 5 Mayıs 2022 günü saat 10:00’da açıklandı.
TÜİK verilerine göre; TÜFE’de 2022 Nisan ayında; önceki aya göre yüzde 7.25, önceki yılın aralık ayına göre yüzde 31.71, önceki yılın aynı ayına göre yüzde 69.97 ve 12 aylık ortalamalara göre yüzde 34.46 artış oldu.
Yani Nisan 2022 verilerine göre “Nisan enflasyonu yüzde 7.2 olurken yıllık enflasyon yüzde 69.97 olarak gerçekleşmiş bulunuyor. Enflasyonun kaynakları ise hizmetler sektöründen başlayarak sağlık, haberleşme ile sürüyor ve Nisan 2022’de en yüksek artışın olduğu ana gruplar gıda ve alkolsüz içecekler ile konut ve giyim sektörüyle tamamlanıyor.
Bu tablonun özeti, fiyatların mal ve hizmetlerde artışının varlığını ve sürdüğünü açık olarak göstermektedir. Sonuç ise Nisan 2022 itibari ile ülkemiz ekonomisinin “Enflasyon Oranı”nın yüzde 70 olmasıdır. Oluşan pahalılık ortamı ile yurttaşın alım gücü düşmüştür. Hayat pahalılığı konusu halkın gündemindedir ve makroekonomik göstergeler gittikçe bozulmaktadır. Bir ekonomi kanalında yayınlanan aşağıdaki tablo uluslararası alandaki konumumuzu açık olarak belirtmektedir. Nitekim üyesi olduğumuz G20 ülkeleri arasında en yüksek enflasyon (%70) Türkiye Ekonomisi’nde gerçekleşmiştir. Tabloda görüldüğü gibi en az enflasyonu olan ülkenin (Japonya) gerçekleşen enflasyonu yüzde 1.2 dir. Dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinin yer aldığı G20 oluşumunda böylesi büyük fark (70/1.2) gelişmişlik düzeyinin de kötü olduğunun göstergesidir. ABD’nin orta sıralarda olması ise (yüzde 8.5) Türkiye’nin durumunu yeterince açıklığa kavuşturmuyor. Çünkü ABD, 35 yıl sonra covit19 pandemisi nedeniyle yüksek enflasyonu yaşamaktadır. Aynı zamanda ABD, dünyanın en yüksek GSYH’ye sahip, ulusal parası rezerv para olan ve teknolojisi en yüksek ülkedir.
Oysa ülkemizin enflasyon başta olmak üzere ekonomik sorunları pandemi dışı faktörlerden kaynaklanmaktadır. Döviz kuru ve yüksek faizden kaynaklanan bir dizi mali sorun gündemdedir. Bütçe açıkları ve cari açık bunlardan iki önemlisidir. Ancak yazımızın konusu enflasyon olduğundan artan fiyatlar karşısında yapılması gerekenlerden bazısının üzerinde duracağız. Çözümü, bilim ve aklın oluşturduğu “iktisat politikası”nı uygulamaktır. Bu konuda Hazine ve Merkez Bankası’na büyük görev düşmektedir.
İktisat bilimine göre, ekonomi politikasını Hazine adına Merkez Bankası yürütmektedir. Üniversitemiz hocalarından Prof. Dr. Ali Özgüven’e göre merkez bankalarının birincil görevlerinden en önemlisi şunlardır:
“Ülkenin genel iktisat politikasına göre para ve kredi işlerini yürütmek. Bundan amaç, paranın iç ve dış değerini korumak yani döviz arz ve talebini ayarlamak ve ülkenin kalkınmasına yardım etmektir.”
Bu tanımın ifade ettiği genel politika ilkeleri arasında para ve maliye politikasının yanı sıra “iç fiyatlarda istikrar sağlamak” yer almaktadır. Merkez Bankası’nın “Nisan Ayı Fiyat Gelişmeleri Raporu”nda bu konuda tüketici fiyatları ve gıda enflasyonuna ait önemli tesbit ve gözlemler yer almış ve Başkan Kavcıoğlu da anılan raporu kamuoyu ile paylaşmış bulunmaktadır:
“…Bu dönemde tüketici enflasyonundaki artış alt gruplar geneline yayılırken bu gelişmeye en belirgin katkı başta gıda olmak üzere enerji ve hizmet gruplarından gelmiştir. Gıda grubunda yıllık enflasyondaki yükseliş alt kalemler genelinde devam etmiş, bir önceki ay yataya yakın seyreden taze meyve ve sebze fiyatları bu dönemde yüksek artış sergilemiştir.”
Raporda, gıda ve alkolsüz içeceklerin yıllık yüzde 13.38 arttığı grup yıllık enflasyonunun ise yüzde 89.10 seviyesine ulaştığına vurgu yapılmıştır. Yani tarım ülkesi Türkiye’de yaz mevsimine giriş döneminde gıda ürünlerinde enflasyonun üzerinde artış gözlenmektedir.
Aslında TÜİK verileri ile Merkez Bankası raporunu doğrulayan bir çok örneği çarşı-pazarda gözlemlemek olasıdır. Geçtiğimiz günlerde 30 lira olan çeri domates 34 liraya ve 44 lira olan kırmızıbiber 49 liraya yükselmiştir. (7 Mayıs 2022)
Ekonomide ve ticaret ile tarımdaki tüm gelişmeler uygulanagelen politikaların başarı notunu düşürmektedir. Çünkü Nisan ayı enflasyon rakamları Türkiye ekonomisinin “hiperenflasyon”a doğru evrildiğini göstermektedir. Önlem olarak alınan kararlar uyumlu ve önleyici olmalıdır. Örneğin, 6 Mayıs 2022 günü Ulusal Süt Konseyi’nin sütün fiyatlarına ilişkin kararı enflasyonu önleyici değil yükseltici etki yapacaktır. Konsey, çiğ süt fiyatını 5.70 TL’den 7.50 TL’ye yükseltmiştir. Aslında çiftçi desteklenmelidir ama tohum, gübre ve enerji konularında. Alım desteği sütten üretilen birçok gıdanın fiyatını yükseltecektir. Çok kabaca bu ürünler şunlardır:
Süt, tereyağı, yoğurt, peynir-süt tatlıları, kahvaltı ve yoğurt ile servis edilen yemekler ve sembolik anlamda peynirli sandviç fiyatları artacaktır. Bu sektörde -Merkez Bankası raporunda da belirtildiği gibi- fiyat artışları kaçınılmazdır. Bunun adı da ne maliyet ne de talep enflasyonudur, yeni tanımıyla “Zincirleme Enflasyon”dur.
Üreticiye 1.80 kuruş süt desteği uğruna yapılan bu destek gerçek amacına ulaşmış mıdır? Bizce “Hayır!”. Genel Bütçe’den yapılacak finansal destek ya da gübre fiyatlarındaki yüze 300’lük fiyat artışı yerine sübvansiyon daha akılcı ve doğru çözümdür. O nedenle ekonomi politikalarını uygulamada kararların daha sağlıklı alınması gerekmektedir. Küçük iyileştirmelerin ekonomiye daha büyük maliyetleri önlenmelidir. Aksi halde “Hiperenflasyon” kaçınılmazdır.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 20 Mayıs 2022
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/fiyat-artislari-ve-zincirleme-enflasyon/658333
Dünyada ve Türkiye’de 2021 yılı kimi zaman iyi kimi zaman da kötü gelişmelerin yaşandığı etkileyici bir dönem oldu. Covit 19 salgını nedeniyle yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Ancak, ülke yönetimlerinin sıkı önlemleri, aşı kampanyaları ve kapalı yaşam nedeniyle hastalığın ve ölümlerin azalması sağlandı. Ekonomiler büyük sıkıntı içinde oldular, iş ve sanayi uzaktan yönetilmeğe başlandı ve sosyal yaşam olağanüstü kısıtlandı. Her alanda çok yeni dijital uygulamalar başladı. Yılın son günlerinde, eski günlere dönüleceği haberleri ülke yöneticileri ve toplumları umutlandırdı.
Yılın sonundan itibaren önceki yılın ekonomik parametreleri açıklanmaya başlandı. Dünya ekonomilerinin umut vermeyen parametrelerinin başında işsizlik, enflasyon, artan temel gıda fiyatları ve pahalılaşan enerji geldi. Ülke merkez bankalarının bu sorunları çözmek için yaptığı finansal destekler sık sık gündem oluşturdu.
Türkiye ekonomisi için ilk olumlu parametre 3 ocak 2022 günü açıklanan ihracat rakamları oldu. Bölgesel ve küresel sorunlara karşın Türkiye’den 225 milyar 368 milyon dolar ihracat bir rekordu. Ne var ki aynı gün açıklanan bir diğer parametre hiç de olumlu değildi. Pandeminin, artan gıda fiyatları ve enerjinin büyük etkisiyle 2021 enflasyonu yüzde 36.08 ile halkın moralini olumsuz etkiledi. Öyle ki daha sonra açıklanan aylık enflasyonlar da yüksek çıkınca TCMB dahil bu konuda yetkili/sorumlu kurumlar 2022 enflasyon tahminlerini yukarı doğru revize etmek zorunda kaldılar. Ünlü Amerikan yatırım kuruluşu Morgan Stanley Türkiye’nin yıl sonu enflasyon tahminini, yüzde 38.8’den %46.1’e yükseltti ve büyüme tahminini de %3.5’ten %3’e düşürdü. Söz konusu açıklamalardan kısa bir süre sonra TCMB beklenti anketinde 11 mart günü enflasyon tahmini yüzde 40.47 oldu. Aslında ekonomilerdeki gelişmeler ve üretici fiyat endeksinin (Yİ-ÜFE) 2021 yılında yüzde 79.89 olduğu gerçeği karşısında söz konusu tahminlere şaşırmamak gerek.
Türkiye Ekonomisi’nin 2021 yılı ikinci önemli ve olumlu parametresi 28 şubat 2022 günü açıklanan büyüme rakamları oldu. TUİK tarafından açıklanan bültende yer alan verilere göre, ülkemizin 2021 gelir düzeyinin sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün;
Türkiye Ekonomisinin Büyüklüğü :(TR) 7 trilyon 209 milyar
Türkiye Ekonomisinin Büyüklüğü :(Dolar) 802 milyar 678 milyon
2021 yılı büyüme oranı: %11
Kişi Başına Milli Gelir (KBMG) : 9 bin 539 dolar
Ekonomide yüksek büyümede ihracatın ve vatandaşın yüksek tüketimi etkiil oldu. 2021’deki büyümede imalat, inşaat, finans ve sigorta ile tarım sektörleri eksi katkı verdiler. Ayrıca gerek GSYH ve gerekse KBMG verilerinin son yıllardaki gelişmelerine bakıldığında “rekor” olarak sunulan büyümenin olumlu olup olmadığını tartışmaya açmak gerekir.
Türkiye’nin milli geliri 2013 yılında ilk kez 800 milyar doları aşarak 820 milyar dolara yükseldi ve TL olarak da 1 trilyon 561 milyar TL oldu. Kişi başına milli gelir ise 10782 ile bugünkünden değerliydi. Dolayısıyla aradan geçen 10 yılda GSYH hala aynı düzeyde ve KBMG’de ise gerileme yaşanıyor.
GSYH, BÜYÜME VE KBMG (1991-2018)
YIL | GSYH (Milyar Dolar) | KBMG (Dolar) | BÜYÜME | YIL | GSYH (Milyar Dolar) | KBMG | BÜYÜME |
1991 | 150.1 | 2.661 | %0.3 | 2007 | 648.6 | 9.333 | %4.7 |
1992 | 158.1 | 2.750 | %6.4 | 2008 | 742.0 | 10.436 | %0.7 |
1993 | 178.7 | 3.065 | %7.6 | 2009 | 616.7 | 8.590 | %-4.7 |
1994 | 132.3 | 2.169 | %-6.0 | 2010 | 735.8 | 10.079 | %8.9 |
1995 | 170.1 | 2.794 | %8.1 | 2011 | 773.9 | 10.446 | %8.8 |
1996 | 183.6 | 2.947 | %7.5 | 2012 | 786.2 | 10.504 | %2.2 |
1997 | 194.0 | 3.046 | %8.0 | 2013 | 821.9 | 10.782 | %4.2 |
1998 | 270.9 | 3.171 | %3.8 | 2014 | 800.0 | 10.404 | %2.9 |
1999 | 247.5 | 2.936 | %-3.4 | 2015 | 719.9 | 9.261 | %4 |
2000 | 265.3 | 2.985 | %6.8 | 2016 | 869.7 | 10.807 | %2.9 |
2001 | 196.7 | 2.103 | %-5.7 | 2017 | 800.0 | 10.507 | %7.4 |
2002 | 230.4 | 2.598 | %6.2 | 2018 | 797.0 | 9.632 | %2.9 |
2003 | 304.9 | 3.383 | %5.3 | 2019 | 761 | 9.990 | %1.3 |
2004 | 390.3 | 4.171 | %9.4 | 2020 | 717 | 8.597 | %1.62 |
2005 | 481.4 | 5.008 | %8.4 | 2021 | 802.6 | 9.539 | %11,45 |
2006 | 526.4 | 5.482 | %6.9 |
|
|
|
|
Kaynak: Tüik (Veriler yazarlar tarafından düzenlenmiştir)
Büyümenin dolar bazında on yıl sonra aynı seviye olmasının ekonomide bazı olumsuzluklar yaşandığının göstergesidir. Örneğin TL olarak hesaplanan GSYH geçen yıl 2013’le kıyaslanmayacak ölçüde kurla hesaplanmıştır. Keza enflasyonun düşük olması ve kurun güçlülüğü reel satınalma gücünü desteklemektedir. Bilindiği gibi gezi olaylarıyla 2 TL’ye çıkan dolar kuru 2013 yılının ilk günlerinde 1.70 TL düzeyindeydi.
Asıl büyük olumsuzluk hane halkkı harcamalarındaki artışta görülmektedir. 2021 yılının son çeyreğinde yüzde 21.3 büyüyen hane halkı harcamaları 2021’in genelinde büyümeye yüzde 8.94 katkı sağlamıştır. Bu katkı tarımdan, inşaattan, finans-sigortadan, gayrimenkulden ve Devletin tüketiminden fazladır.
2021’DE BÜYÜMEYE KİM NE KADAR KATKI VERDİ | ||
| Artış (%) | Etkisi (Puan) |
ÜRETİM |
|
|
Tarım | -2.16 | -0.14 |
Sanayi | 16.58 | 3.26 |
İmalat Sanayi | 17.20 | 2.78 |
İnşaat | -0.95 | -0.06 |
Hizmetler | 21.12 | 4.62 |
Bilgi-İletişim | 20.22 | 0.67 |
Finans-Sigorta | -8.96 | -0.47 |
Gayrimenkul | 3.50 | 0.29 |
İdari Destek Hiz. | 17.28 | 0.84 |
Kamu Yönetimi | 7.02 | 0.75 |
Diğer Hizmet | 20.26 | 0.42 |
Vergi-Sübvansiyon | 0.94 | 0.11 |
HARCAMA |
|
|
Vatandaşların Tüketimi | 15.10 | 8.94 |
Devletin Tüketimi | 2.08 | 0.30 |
Toplam Yatırımlar | 6.37 | 1.67 |
İhracat | 24.87 | 5.30 |
İthalat | 1.99 | -0.44 |
Stoklar | - | -4.77 |
Kaynak: 1 Mart 2022 Hürriyet Gazetesi, Neşe Karanfil Köşe Yazısı
Özetle, rekor büyümenin gerçek yüzü ekonominin sağlıklı kaynaklarla büyümediğini göstermektedir. Üstelik 2022 yılı için temel gıda maddeleri başta olmak üzere enerji fiyatlarının ve sanayi hammaddelerinin pahalılaşacağı göz önüne alındığında fazla umutlu olunamıyor. O nedenlede özel koşullar –Hane halkı harcamaları başta olmak üzere- nedeniyle elde edilen yüksek büyüme, sağlıklı harcamalar ve gelirden kaynaklanmamaktadır. Yazımızın başında değindiğimiz ABD kuruluşu Morgan Stanley de bu nedenlerle 2022 büyüme tahminini yüzde 3.5’ten %3’e düşürmüş bulunuyor.
Dünya ekonomisinde pandemi kaynaklı olsa da (Bugünlerde Rusya-Ukrayna krizi de eklendi) geçen yıl bir kriz yaşandı ve türbülansları sürecek. O nedenle de ekonomi politikasının enflasyon (pahalılık), döviz ve kur piyasaları, ödemeler dengesi (cari fazla beklenilirken bu yıl cari açığın artacağı anlaşılıyor: ocak 2022 cari açığı 7.11 milyar dolar) enerji politikası, yatırım ve tüketim gibi alanlarda çok iyi yönetilmesi gerekiyor.
Yayın Yeri: Dünya Gazetesi
Yayın Tarihi: 26 Mart 2022
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.dunya.com/kose-yazisi/ekonomide-aklar-ve-karalar-pandemi-sonrasi-turkiye-ekonomisi/653039
Türkiye Ekonomisi ‘Kamusal Döviz Rezervi’nin 2018 yılından bu yana brüt ve net olarak gerilediği gerçeği karşısında ekonomi yönetimi bir süredir çözüm arayışı içindeydi. Son dönemde TCMB’nın ‘(-) döviz rezervi’ tartışması da ekonomi kamuoyunun gündemindeydi. Bu gelişmelere ek olarak bir çok ülke ile swap anlaşmaları imzalanmıştı. Kimi zaman döviz gelirlerini destekleyen önlemler alınsa da 2021 yılının ikinci yarısı kamu rezervleri tartışmaları ile geçti. Örneğin yılın sonuna doğru yükselen döviz kurları bu olgunun bir sonucuydu. Aslında kurların hızlı yükselişi ile kamu dışı döviz tasarrufları da artmıştı. Yılın üçüncü çeyreğinden itibaren gerçek ve tüzel kişilerin döviz tevdiat hesapları (DTH) sürekli artıyordu. Öyle ki konunun uzmanlarına göre 240 milyar dolara ulaşan toplam DTH, ülkenin kamu ve özel borcunun yarısından fazla değere ulaşmıştı. Ancak asıl gündem TCMB’nın net döviz rezervi tartışmalarıydı. Bu zayıflığın giderilmesi ekonomi stratejisinin temel amacı olarak belirlenmişti. Çünkü yıl sonunda yüksek enflasyon ile birlikte ikili sorunla karşılaşmak olasıydı. Nitekim 2021 enflasyonu yüzde 36 olarak TÜİK tarafından açıklandı. Döviz piyasalarında yılın son günlerindeki hareketlilik de kötü gidişin psikolojik tetikleyicisi oldu. (Gerek 20 Aralık kur artışı gerekse de faiz düşürülmesi bu gelişmelerin sonucuydu.)
Ekonomi Yönetimi, dış piyasalardan ve swap anlaşmalarından hareketle döviz rezervi sorununu çözemeyeceğini algılayınca yerleşiklerin DTH’ı üzerinden arayışa girmiş bulunuyor. Bu konuda -bir anlamda- yerli kaynağa yönelmiş bulunuyorlar. Aslında çok doğru bir yaklaşım. Çünkü, yaklaşık 140 milyarlık DTH’lar gerçek kişilerin hesaplarında bulunuyor. ‘Döviz kuru rantı’ ve Türk parasının değer kaybı yurttaşları bu türden yatırımlara yöneltmiş bulunuyor. Aslında haksız da sayılmazlar. Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında akıllıca bir tasarruf enstrümanı döviz yatırımı. Döviz kurlarının ise nerede ‘durak’ yapacağı hala bilinmiyor. Bu durumu yangına benzinle gitmek şeklindeki halk öz deyimine benzetebiliriz. Üstelik yabancı yatırımcı ve uluslararası ekonomi kuruluşları yorumlarındaki belirsizlik iyice arttırıyorlar. Örnek olarak Standart Chartered adlı kuruluşun yıl sonu için TL/Dolar kurunu 20 TL ve 2023 sonu için ise 28 TL öngörmesi verilebilir. Bu türden karamsar öngörülerin yapıldığı günlerde BİST ve diğer piyasalarda dalgalanmalar da yaşanıyor. Söz konusu bilgilerin yayınlandığı gün BİST -5 ile kapandı.
DTH hesaplarında dövizi olan tüzel kişiler ise, genelde yurt dışı ticari ve mali ilişkileri olan kesimin firmaları. Bir bölümü özellikle ihracatçılar yaklaşık yüzde 70-80 oranında ithalata bağımlı olduklarından satın alma bedellerini hedge ederek rekabet avantajını kaybetmek istemiyor. Tüzel kişilerin bir bölümü de döviz kredisi borçları için aynı endişeyle döviz gelirlerini DTH’larda tutuyorlar. Yükselen kurların varlığı bir gerçek olduğuna göre her iki kesime de hak vermek gerekiyor. Bu türden tasarrufların varlığı ise belirtildiği üzere 240 milyar dolar. O nedenle kamu kesimi de özel kesimde döviz tasarrufları ve bunların kullanılması konusunda haklılar.
Ekonomide 20 Aralık günü yaşananların ardından halkın dövizini ekonomiye kazandırmak amacıyla kur korumalı hesap sistemi hakkında Resmi Gazete’de bir Merkez Bankası Tebliği yayımlandı. Resmi Gazete’nin 21 Aralık 2021 tarihli nüshasında yayımlanan Tebliğ, Türkiye’de yerleşiklerin DTH’larını kur artışlarının kaybından koruyarak Türk Lirası hesaplarında değerlendirmesine olanak sağlıyor. Amaç, Ticari bankalarda bulunan döviz hesaplarını bozdurulmasını ve dövize talebin azalması ortamını oluşturmak. Anılan Tebliğ’in ayrıntılı düzenlemeleri bankalar tarafından da tasarruf sahiplerine açıklanmış bulunuyor. Kamunun amacı, döviz tutan ya da parasını döviz tevdiatta bulunduranların ‘Kur Korumalı Hesap’ (KKH) yatırımı yapmaları. Böylece kamunun ihtiyacı olan döviz rezervlerinin güçlendirilmesi sağlanabilecek. Kur garantisi ise, hesabını DTH’dan KKH’ya dönüştüren tasarruf sahiplerinin mağdur olmaması için getirilen yerinde bir düzenleme.
KKH, kamu kesimi açısından doğru ve yararlı. Ancak döviz tasarrufunu DTH ya da bankada tutan kişilerin ne denli ikna olduğu belirsiz. Ocak 2022 sonunda Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 313 milyar TL’lik hesap açıldığı açıklaması ise ayın sonucu. Yani yeni sistemin başarısını zaman gösterecek. Ancak, bunun için iç ve dış piyasalara güven oluşturmak ve ekonomiyi bilimsel kurallara göre yönetmek gerekiyor. Yukarıda belirtilen yabancı finans ve ekonomi kurumlarının tahmin ve öngörülerindeki olumsuz beklentiler ile istikrar/denge her an bozulabilir. Bu konuda kamu ekonomi yönetimi çok hassas davranmalıdır.
Bir ikinci nokta ise 3 aylık en yakın vade sonunda tasarruf sahiplerinin olumlu geri dönüş ifadeleri ile yeni sisteme güven oluşabilir. Bu noktada kamu ekonomi yönetimine büyük görev düşüyor. Her türlü dalgalanmada yatırımcıları ikna edecek açıklamalarla desteklerini belirtmeleri gerekir.
Bir diğer önemli konuda dövize ilişkin işlemlerin yasal dayanağının daha net olarak belirlenmesidir. Türkiye’nin Kambiyo tarihine bakıldığında; Kambiyo Kontrol Rejiminin uygulandığı dönemlerde bile kamu, döviz yatırımcılarının haklarını korumak için yasal düzenlemeler kabul etmiştir.
Örneğin, Kambiyo Kontrol Rejimi uygulandığı o dönemde döviz tasarrufu yapan kişilerin eksi(-) döviz rezervine katkı amacıyla DÇM (Dövize Çevrilebilir Türk Lirası Mevduat Hesabı) türden uygulamalara başvurulmuştu. Halen sürdürülen KKH sistemi ile getirilen düzenleme altmışlı yıllardaki bu uygulamanın yeni bir versiyonudur. Günümüzdeki KKH uygulaması ile serbest döviz rejiminin olduğu bu günlerde kontrollü kambiyo rejimine benzer bir sistem piyasalara sunuldu. Bunun önemi şöyle idi, 1962 yılında çıkarılan 17 sayılı Karar’ın 4. Maddesi;
“Ticari ve gayri ticari her türlü kaynaktan doğan dövizler mülkiyeti kime ait olursa olsun Maliye Bakanlığının emrindedir.” şeklindeydi.
Aynı kararda yürürlüğe yetkili makam da Maliye Bakanlığı idi. Bu açık hüküm nedeniyle kamu 32 sayılı karar yayımlanana kadar dövizle ilgili her türlü kısıt, kullanım ve bulundurmaya ilişkin düzenlemeleri yapılabildi.
Bu defa Kur Korumalı Hesapların açılması, işleyişi ve yürütülmesine ilişkin olarak 21 Aralık 2021 günü yayımlanan TCMB Tebliği, bu bakımdan hukuki olarak bazı yetersizlikler içerdiği düşünülmektedir. Tebliğin yürütmeye ilişkin maddesindeki yürütme yetkisi TCMB Başkanı’ndadır hükmü bir çelişki gibi görünüyor. (Bilindiği gibi TCMB hukuken bir A.Ş’dir ve özel hukuk hükümlerine tabidir.) 60’lı yıllarda Maliye Bakanlığı tarafından kullanılan yürütme yetkisi bu sefer TCMB tarafından yerine getirilmiş bulunmaktadır.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 12 Şubat 2022
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/kur-korumali-mevduat-ve-kambiyo-mevzuati/648660
İstanbul Borsası (BİST) ve Türkiye döviz ve para piyasalarında 17-24 aralık günlerinde yaşanan hareketlilik (volatilite) şimdilik durulmuş gibi görünüyor. Ne var ki anılan iş günleri ile Cumartesi/Pazar günleri yaşanan gelişmeler masum olmadığı gibi, finansal anlamda ve sosyolojik olarak da büyük önem ve ağırlık taşıyorlar. Özellikle de finans dünyasının profesyonel ve amatör yatırımcıları (özellikle de dolara yatırım yapanlar) üzüntü ve sevinçlerini bir arada yaşadılar.
Ekonomik sistemin nerede olduğunu bilmek için 1980’den bu yana gerçekleşen yapılanmalar ve krizleri anımsamakta yarar bulunuyor:
“Türkiye ekonomisi 24 Ocak 1980 kararları ile başlayan ve 1983 ANAP iktidarı ile hayata geçen birçok liberal ekonomik düzenleme ile yeni bir döneme başladı. Dünyada yaşanan liberal rüzgarın ve IMF öneri ve telkinleriyle oluşan yeni düzen, 1989 yılında 32 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma mevzuatı ile sermaye piyasalarını ve işlemlerini serbest bırakarak bugünkü yapının temelini oluşturdu. 2001 krizinin ardından ‘Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’ ile de yaklaşık on yıllık dengeli bir büyüme sağlandı. (GSYH 240 milyar dolardan 750 milyar dolara yükseldi.) Ancak ‘Küresel Kriz’ sonrası iç siyasal hareketlerin de etkisiyle GSYH 700-800 milyar dolar bandında patinaj yapıyor. Aslında birkaç yıldır (pandeminin de etkisiyle) kişi başına milli gelir (KBMG), enflasyon, döviz rezervleri, döviz kurları ve borçlanma gibi temel ekonomik göstergelerin olumsuzlukları ile tablo karamsar bir görünüme evrildi.”
Bu açmaz içindeki ülke ekonomisi 17-24 Aralık 2021 günlerinde iki piyasada marjinal hareketlilik (Kriz bile denilebilir) olguları ile kurumsal ve bireysel yatırımcılarını derinden etkiledi. Örneğin, BİST 100 endeksi sert iniş ve çıkışlarıyla 2.406’dan 1.726’ya kadar geriledi. Bu dönemde BİST 50 hisselerinde yüzde 22 ile yüzde 35 arasında kayıplar oluştu. Hisse senedindeki bu gelişmeye benzer bir oluşum 20 Aralık günü döviz piyasasında görüldü. Dolar kuru kısa sürelide olsa 18.36 TL’ye kadar yükseldi ve gece saatlerinde geriledi. Birkaç gün sonra ise 10.6 TL’ye indi. Sermaye piyasalarında bu volatilite nedeniyle BİST’de olağandışı ‘devre kesici’ uygulamasına başvuruldu. Döviz piyasasında ise böylesi hareketliliklerde yapılagelen ‘müdahale satışları’na başvuruldu. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın beş kez gerçekleştirdiği müdahaleler ve satılan dövizlere ilişkin çeşitli bilgiler kamuoyunda gündem buldu.
Ekonomi kamuoyu, rakamları yuvarlayarak 1 Eylül’den bu yana dolar kurunda yüzde 100 artışla Türk Lirasının eridiğinde birleşirken, döviz yatırımcıları kimi zaman alım kimi zaman da satış ile kar ve zarar sağladılar. Hisse senetlerinde benzer işlemlerde ise BİST 50’nin hızlı düşen ve hızlı çıkan senetlerinin firmalarına ve bilinçli yatırımcılara yüzde 20’ye kadar getiri sağladığında birleşiyorlar. Dövize yatırım yapanların durumu belirsizliğini koruyor. Çünkü ‘Kara Pazartesi’ denilebilecek 20 Aralık Pazartesi günü kuru 18 TL’yi aşan saatlerde bile döviz satın alan yatırımcılar söz konusu. Bunun nedenleri çok ama asıl sosyal medyada oluşan başıboş gezen ‘kur söylentileri’ küçük yatırımcılar için hüsranla sonuçlandı.
Aslında kamu yönetimi son dönemde yükselen ‘Döviz Tevdiat Hesapları’nın (DTH) büyük bölümünün bireysel olduğuna (%66) dikkat çekiyordu. Yaklaşık 240 milyarın bu bölümünü kamuya yönlendirmek TCMB’nin döviz sıkıntısına en iyi ilaç olabilirdi. (DÇM’de bu amaçla uygulanmıştı. Alman bankalarındaki işçi dövizlerini Türkiye’ye yönlendirmek amaçlanmıştı.) Merkez Bankası’nın döviz rezervleri böylece güçlendirilebilir diye düşünüyorlardı. Kur korumalı mevduat hesabı böyle bir enstrümandı. (Ve gerçekleşti.) Birkaç ay önce döviz alanlar kısa sürede kur farkından dolayı elde ettikleri farkı çevrelerine başarı hikayesi olarak anlatıyorlardı. Bu ortamda Türkiye, döviz rezervlerinde azalma nedeniyle çeşitli ülkelerle swap anlaşmaları yapıyor ve bazılarıyla anlaşmasını uzatıyordu. Yerli döviz yatırımcıları kişisel getirisi ile meşgul iken ülkenin döviz ihtiyacı en büyük sorundu. İki hafta kadar önce Katar ile böyle bir anlaşma sağlanmıştı. Anlaşmanın detaylarının kamuoyunca bilinmediği günlerde bir sosyal medya haberinde Katar ile anlaşmanın 1 Dolar = 22 TL üzerinden yapıldığı yer almıştı. Kurun ne zaman (ki future ile spot kur hakkında bilgisi olmayan döviz bireysel yatırımcılarımız) için belirlendiğinden habersiz ve son günlerdeki yükselişin büyüsüne kapılarak sürekli döviz alımlarında bulunuyordu. TCMB’nin döviz kurlarına müdahale de harcadığı (7-15 milyar dolar olduğu iddia ediliyor.) dövizler de -halkın deyimi- ile “Buharlaşmıştı”. Yani döviz kurunda sürekli yükselmenin, yurttaşlara sağladığı kar, kamunun maliyetiydi. Enflasyon ve pahalılık yukarı seyrini 2022’de de sürdürecek, yüksek kur bu durumu tetikliyordu. Kurun daha da yükselmesi ülkenin ve bireylerin aleyine bir gelişme. Bu bulanık ve kaotik ortam dakika ya da saatlik bir birimlik artışlar ve azalışlar oluşturdu. Oysa ekonomi literatüründe Batı borsalarında virgülden sonraki hanelerde oynamalar olur. Bizim ülkemizde birim ölçeğinde hareketlilikler var ve bu da sürdürülemez bir durum…
Ayrıca döviz piyasalarında yeni oluşturulan enstrümanların başarısını zaman gösterecek. Ekonomi tarihimizden anımsanan DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat) uygulaması da bir başarısızlık olarak bilinir. Bu tartışmalar sonrasında gündeme gelen ‘Kambiyo Mevzuatı’ değişikliği ise uygulanma şansı olmayan bir düzenlemedir. İçinde bulunduğumuz dünya ekonomisi kuralları ve G20 gibi oluşumlarda buna izin vermez. Dünya ekonomisine entegre Türkiye ekonomisi için böyle bir uygulama düşünülemez bile. Buna ek olarak, şu anda Hükümet döviz sisteminde dilediği değişiklikleri Cumhurbaşkanlığı’nın iradesi ile yapabiliyor. Döviz ekosistemi dışında yapılabilecek (yapılmamalı) tek düzenleme ‘döviz mülkiyetini’ kamuya mal etmektir .
Kısacası, döviz alım-satım piyasasının kendi dinamiğine dokunmak bu dönemde pek akıllıca değil. Bir uzman gibi bilgi sahibi olmadan 12-18 TL bandında döviz satın alanlar ellerindeki dövizi ya yeni enstrümanlara yatıracaklar ya da bekleyecekler. Şimdilik DTH’lar da bu yönde bir azalma görülmüyor. Toplum olarak ekonomik olaylara akılcı ve uzun vadeli yaklaşım becerisini kazanana kadar bu türden olayları yaşamak kader değil, olağan davranışlarımız.
* Yazımız Geçen hafta hazırlanmıştır. Dün (03/01/2022) itibariyle TCMB bankalara “uygulama talimatı” göndererek ihracat dövizinin kısmen kullanılmasına müdahale etti. Mülkiyeti sahibinde şimdilik. 32 sayılı karardan önce ’17 sayılı karar’ döneminde dövizlerin yönetimi kamuya aitti.
Yayın Yer: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 10 Ocak 2022
Yazar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Yayın Linki: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/bist-ve-doviz-piyasalarinda-kabuslu-gunler-halkin-doviz-kuru/645389
Dünyada ve Türkiye’de 2020 yılı, ekonomileri ve toplumları derinden etkilediği gibi, ekonomi politik anlamında bir “kriz” süreci olarak nitelendirildi. Ekonomistler ve toplum bilimcilerle siyasetçilerin değerlendirmesi ~genelde~ bir ‘ekonomik kriz’ yaşandığı yönündeydi. Dünya ve ülkemiz kamuoyunun görüşleri içinde ağırlıklı olarak yaşanan krizin 1929 ‘Dünya Büyük Bunalımı’ ve 2008 yılı ‘Küresel Kredi Krizi’ ile kıyaslandı. Konunun uzmanları önce krizin boyutundan söz ederek süresi konusunda çeşitli görüşlerini belirtiyorlar. Aslında yaşananlar büyük travma ve sonuçlarıysa ekonomik sosyal bozulmadır. Bu kaotik ortamda bilimsel anlamda ‘ekonomik kriz’ yorumu, bünyesinde birçok doğru ve yanlışları içeriyor. O nedenle bu yazımızda tarihsel krizlerle ilişki, benzerlik ve ayrılan noktalar üzerinde duracağız.
1929 Buhranı ve korana
Bugünlerde etkilediği ülke sayısı 184’e ulaşan korona virüs salgını için büyük felaket ve 1929 Dünya Büyük Bunalımı’ndan da büyük kriz olduğunu ileri sürenler çoğunluğu oluşturuyor. Dünya genelinde insanları izole ederek evlerine kapatan, yaşanan ölümler nedeniyle sağlık anlamında gerçekten büyük felaket. Ancak ekonomik kriz olarak 1929 Buhranı ile benzetilmesi pek mümkün değil.
Amerika başta olmak üzere birçok ülke ve ekonomileri etkileyen 1929 krizinin kapsamı bu kadar büyük değildi. Krizin kaynağı sağlık sorunu olmayıp ‘Borsa krizi’ olarak belirlenmişti. Asıl önemlisi de ekonomi bilimi anlamında Adam Smith’in liberal ekonomi teorisinin uygulanması ve sonunda da başarısızlığıydı. Dünyada ekonomi politikasında bir değişim süreci yaşandı. Ekonomiler Keynesyen politikalar ile bu krizden çıkmayı başardılar. Kriz uzun yıllar sürdü, birçok banka ve sanayi kuruluşu battı ve gelir dağılımı bozulduğu gibi işsizlik milyonlarca insanı geçim sıkıntısına düşürdü. Birçok ülke, bugünkü iletişim ve mali küreselleşme olmadığından, krizin dışında kaldı. O dönemde kapalı bir ekonomi uygulayan Genç Türkiye Cumhuriyeti de bunlardan biriydi.
Bugün dünyanın hemen hemen tamamını etkileyen ve tıbbi bir nedenden kaynaklanıp ekonomileri ve bir anlamda insanlığı tutsak eden bir krizle karşı karşıya bulunuluyor. Ekonomileri, finsans kurumlarını, sanayi işletmelerini ve diğer sektörleri durma aşamasına doğru yönelten ve önlenemeyen bir tehlikeli durum var. Üstelik çözüm süreci de net değil. Bir benzetme yapılırsa 200 km ile giden bir aracın 20 km’ye düşmesi gibi bir durum söz konusu. Bir önemli konu ise insan kayıplarının varlığı. Devletlerin sağlık kurumları, sağlık malzemeleri üreten sanayi işletmeleri ve sağlık çalışanları kapasitelerinin üzerinde bir güçle hizmet veriyorlar. Diğer kesimlerde sessizlik hüküm sürüyor. O nedenle de 1929 krizi ve bugünlerde yaşanan krizin ortak noktaları oldukça az.
2008 küresel kredi krizi ve korona
Küresel ekonomi krizi anlamında kıyaslanan ‘2008 Küresel Kredi Krizi’ ile ‘Korona Krizi’nin de benzeyen yönleri olduğunu söylemek pek gerçekçi görünmüyor. Ekonomilerin büyümesinin eksiye dönmesi doğru ama oranlarının eşleşmesi olanaksız. Dünya küresel sistemleri ve aktörlerini derinden etkileyen 2008 krizi ekonomilerin %3 ile %5 aralığında küçülmesine neden olmuştu. Oysa bu kez %5-20 aralığında eksi büyümeden söz ediliyor. Tahmin şimdilik bu ama artabilir de.
Küresel kredi krizinin (KKK) kaynağı bir ülke (ABD) ve aktörleri finansal kurum ve piyasalardı. Sade yurttaşların krizle uzaktan ve yakından ilgisi yoktu. ABD Ekonomi Yönetimi kendi ülke ekonomileri resesyona girmesin diye ev kredisi sektörünü (mortgage) destekler yönde politika izlediler. Ancak, konut kredileri ABD GSYH’nun yarısına yakın büyüklüğe ulaşıp bu kredilerden kaynaklanan türev piyasalar bir dev olunca da krize girdiler. Türev piyasalarda büyüklük 600 trilyona ulaştığında ABD GSYH’si 14.5 trilyon dolar ve dünya milli geliri ise 58 trilyon dolardı. Piyasalara katılan bankalar, sigorta şirketleri, yatırım bankaları ve bazı reel sektör şirketleri battı. Ne var ki ABD Merkez Bankası Başkanı, doktora tezi 1929 krizi olan, Ben Bernanke idi. Başkan Bernanke tezinden edindiği bilgileri küresel kredi krizine uygulayarak kamu desteğine öncelik verdi. FED’in 5.4 trilyon dolarlık finans desteği ile ABD ekonomisi iki yılda krizden çıktı. Krizin dolaylı mağduru Avrupa Birliği ise önce Euro krizine yakalandı ve hala o günlerin faturasını ödüyor. Krizin kapsamı hiçbir zaman 184 ülkeyi kapsamadı ve finans piyasalarında ve borsalarda yaralar açtı. Bazı yatırım bankaları (Lehman Brothers gibi), fonlar ve Avrupa Birliği’nde iki banka battı. Krizin yönetiminde hem Fed ve hem de AB Merkez Bankası aktif rol aldılar. Hükümet yöneticileri de hiçbir zaman bugünkü gibi karamsarlığa kapılmadılar. Çünkü batan fonlar yüksek faizin büyüsüne kapılan yatırımcılardı. Hem profesyonel yatırımcılar hem de amatörler kayıplara uğradı. Profesyonellere örnek eski Nasdaq Başkanı Madoff’un fonu ve onun müşterileriydi.
Türkiye için tarih tekerrür etti ve kriz dalgasının içinde olmadığımızdan fazla etkilenmedik ama AB en büyük dış ticaret müşterimiz olduğundan ekonomimiz %4.7 küçüldü. Yatırım fonları çok düşüktü ve piyasaları da etkin bir durumda değildi.
Sonuç
Dünya ekonomisini ve yaşamı durma noktasına getiren korona olayı finansal olmanın ötesinde insan yaşamını çok derinden etkileyen bir sağlık krizi. Sonuçları ise bireylerden başlayarak 184 ülkenin bütçelerini ve Merkez bankalarını derinden yaralıyor. Çalışamayan insanların gelir kayıpları bireysel anlamda ve koronanın finansal destekleri ise kamusal anlamda ülke ekonomilerini zayıflatıyor. 2020 yılı ekonomik büyümeleri bu nedenle de negatif gerçekleşti. Pandemi’nin tek teselli veren yönü küresel ısınma, çevre kirliliği ve ozon tabakasına yaptığı olumlu katkılar. Buna ek olarak küresel ekonominin çarkları durmadı yavaşladı, dijital ticaret, lojistik, tedarik ve dijital ödeme sistemleri ile işleyişini gelişerek sürdürdü. Ancak hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı da bir gerçek. O nedenle de ‘yeni normal’, ‘dijital dünya’, ‘e-eğitim’ ve ‘e-ticaret gibi olguların önemi günden güne arttı ve uygulamaya da konuldu.
Salgının ilk yılında Devletler merkez bankalarını görevlendirip –2017 küresel krizinde olduğu gibi- ekonomilerini daha büyük hasarlardan kurtardılar. Ancak ekonomilerin küçülmesine engel olamadılar. Ne var ki 2021 yılında ilk çeyrek sonuçları birçok ekonominin tahminlerin üzerinde büyüyeceğini gösteriyor. Örneğin yüzde 7 büyümesi beklenen ABD ekonomisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez böylesine büyük oranda büyüme elde edecek. Doğaldır ki bunda hem ekonominin yeniden yapılanmasının hem de salgın sırasında yapılan merkez bankaları kaynaklı desteklerin büyük payı bulunuyor.
Yayın Yeri: Ekonomim Gazetesi
Yayın Tarihi: 5 Temmuz 2021
Yazarlar:
Şerif Yüksel
Raif Bakova
Link: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/korona-ekonomisi-ve-kriz/627021